Namluda saçılan kızıl ufuk

0
257

ULAŞ GÜLDİKEN

Gece sabaha patlamıştır
Gece sabahı patlatmıştır

Karanlığın tüm uğultusu bir çatlak ufkunu patlatan ışık sızıntısıyla diniyor. Çabanın, büyük oranda insan çabasının büyük kısmı bu uğultunun, tarih denen makinanın gıcırdayan ve köhnemiş çarkları arasında birikmiş tortunun, makinaya ve dönmeye inat, marş sesleri, ayak ve postal sesleriyle zemin dövülürken havalanıp tekrar çarklar arasına düşerken tutturduğu ritmin uğultusu olduğudur.

Karanlık her şeyin üzerine siner; el yordamıyla, iki yana açılan art arda dizili, mesafesiz sonsuz kapının yorulmak, durup dinlenmek bilmeksizin, sabırla ve inatla aşılıp, bir daha aşılıp geride bırakılmasıyla alınan yolların tümü üzerine de siner.

Karanlıkta, çoğu meşe ağacıyla çevrelenmiş yolların yürünmesi ve adımlanmasının derdi neyi kendine yük edinmiştir? Tarihin saçaklarının olayda ve nehirleri dolduran plato sularının gelip bir delta ağzında birikmesi gibi, karanlık tüm bu yolları bağrında taşıyıp şafağa taşıdığında, o çatlak ufkunun çelik ya da başka bir maddeden yapılmış olması neyi kurtarabilirdi? Daha fazla birikmenin ve daha fazla gecikmenin kredisine, umuduna yaslanmaktan ve yatırım yapmaktan başka nasıl bir eğilimi vardı insanın?

Simdi, her şimdide olduğu gibi, bütün yatay akışlar gelip o delta ağzında, taksim sapaklarında birikirken kültürel ya da doğal olsun, ağaç kütükleri, hayvan ve insan ölüleri, taş kırıntıları, toprak hamurlarıyla nehirlerin ucunda huni gibi durmakta olan, çoğunluğu kırlangıçların ağızlarında taşıdığı saman ve havanlarda dövülmüş harçlarla yapılma su bentleri artık bu yükü taşıyamaz ve taşar hale gelmiştir. Kaynaktan artık çok uzaktayız ama ülkenin tüm debilerinin toplamı ve daha fazlası bir kudretle dövülmekte olan bentler de aciz ve çürümüştür.

Bir karara varmaktayız; bu dövmekle meşgul ama aynı zamanda dövünce karşıdakinin de direncini artıran çabayla tarihin devingen gücü yontulacak mı, yoksa gürbüz bir balyoz misali patikalardan, vadilerden ve zirvelerden alınan ilk çıkışın ivmesiyle, arada, sırtını meşe ve melengiç gövdesine yaslayıp yola çıkışa moment katarak ve fiziğin yasasına el uzatarak akışa direnen bentlere yüklenip bir darbede patlatılacak mı? Evirmenin ve devirmenin diyalektiğinde, ülkenin kireçle boyanmış bir sınır taşının başında durmaktayız.

Bilinç eylem ve olay öncesi saf bir karanlığı ufka varmak üzere saklı tutuyor. Hedefe odaklanmış, berrak ve tereddütsüz ortaklıkta, dağ ve plato esintilerini arkasına alıp bir kasırgaya evirerek, çapraz kuşanıp çapraz adımlarla şafağa ama kızıl şafağa zılgıtla ve marşla, “yaşasın” ve “kahrolsun” haykırışlarıyla yüklenen ve öfkeyi bir volkan ağzında pıhtılaştıran çaba ve atılım kent eşiklerine varmıştır artık.

Eşiğin konukseverliğine, zaten çok önceden ülke olanın konukseverliğine, hoşgörü ve sıcaklığına gülümseyerek ama tarihten epey bir kesittir uzak olmaktan, belki unutulmuş olmaktan da öte yabancılaşmış olmaktan şüpheyle ve tedirgin bir bekleyişle ağızdan çıkacak “ileri!” komutuna kulak kesilerek birazdan patlayacak olan tüm ağızlar sıkı, dişler bilenmiş, Ağustos ortası kaynamaktadır.

Öfkeyi, hıncı, hırsı haykıracak olan yüzde ve metalde uçuk ve çıkıntı olan çiçek ağız patladığında, saçılacak olanın toprakta oyduğu yerde ne ekilirse onun biçileceği, ne temel atılırsa onun bina edileceği şey kavganın koynunda büyütülen tohumun özüdür. O öz vadiden, platolardan, doruklardan aşarak heybede ve sırt çantasında taşınmış, yorgunluk gelip gözlere, omuza ve dize oturduğunda siyah bir çaydanlıkta kaynayan suda ve çayda dinlendiğinde beslenip büyümüş ve nihayet o çelik görkemde, barut sıkışıp ocağına sığmadığında, çekirdek ve kovan birbirinden ayrılıp da namlu ağzında çatlayıp saçıldığında bir başka forma dönüşmüş, şimdi yıkılmaz denilen kaleleri önce kafada, sonra da şehrin göbeğinde ve tutulmuş yol ağızlarında döverek, dövdüğü yerde ülkenin binbir platosundan taşıdığı tozlardan balçıkla filizlemektedir.

Ağustos ortasında, ağızlar hiçbir zaman sadece ağız olarak kalmadılar! Bilincin en keskin haliyle bıçakta sınandığı bir an’da çakan kıvılcım, sözde, karar ve eylem birliğinde çelikleşen irade, namlu ucunda metalin yırtıldığı ufukta olay haline gelen var olmaya dair dünya imkanı; sızıntıya, dökülmeye, saçılmaya açılan çatlak ağız’da gelip biriktiğinde; biz başa, kaynağa, o ilk adımın atıldığı yere dönüp rüzgarın ve suyun getirdiği, insanın ve hayvanın taşıdığı ne olursa olsun değerlerde değerler olurken, geviş getirmekte olan tarih makinasının tezgahında artık su bendinde, delta ağzında, taksim sapaklarında kapakları, duvarları, kapıları patlatmadan susmamaya karar vermişlerdir.

O günün, içinde geceyi ve gündüzü, karanlık ve aydınlığı, günbatımını ve şafağı barındıran saatlerin çıngırağı olan namluda patlayan barutun ışıltısı, sesi ve kokusu uykuda ve uyuşuklukta, tökezlemede ve yalpalamada, sendelemede ve savrulmada kulakta yankılana yankılana, örs, üzengi ve çekiçte sekerek bilinci diri, gözleri çakmak çakmak, gövdeyi çınar ve çetin tutmaya devam ediyor hâlâ!

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here