PKK’nin Kürdistan’da yarattığı gelişmeleri de değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanları şunları belirtti: “Rêber Apo, daha ilk günden arkadaşlarını da toplumu da değiştirmeyi esas almıştır. Bunun için de gerilikleri, yanlışları eleştiren bir tarzla toplumsal ve siyasal olgulara yaklaşmıştır. Eski gerilikler aşılıp değişmeden özgürlük ve demokrasi mücadelesinin verilemeyeceğini vurgulamıştır. Bu açıdan PKK’nin mücadelesinin her anı ulusal, toplumsal, siyasal, kültürel, sosyo-psikolojik devrimleri esas almıştır.”
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanları Besê Hozat ve Cemil Bayık, Kürt Özgürlük Hareketi üzerine çalışmalarını sürdüren enternasyonalist Alf Beckinsale’nin yazılı sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını şöyle:
KCK ve ona bağlı çeşitli örgütler, tamamıyla bağımsız bir Kürdistan’ı mı, yoksa daha otonom bir Kürdistan’ı mı hedefliyor, Özgürlük Hareketi’nin ayrılma konusundaki pozisyonu nedir?
Bağımsızlık kavramına ne anlam biçildiği önemlidir. Hiçbir gücün, hiçbir kişinin iradesi altında kalmama anlamında biz tam bağımsızlıkçı bir hareketiz. Bağımsızlığımızı korumada çok titiziz. Bu yönüyle tarih sahnesine çıkışımızdan bugüne kadar bağımsızlıkçı çizgimizi ve tutumumuzu koruduğumuz nettir. Hiç kimse, hiçbir siyasi hareket ya da kuruluş, siz şu ya da bu gücün etkisine girdiniz, iradenizi bazı güçler etkiledi, yönlendirdi diyemez. Bu duruş nedeniyle Önderliğimiz uluslararası komployla esir alındı ve 23 yıldır ağır tecrit altında zindanda tutulmaktadır. Bu nedenle tüm NATO üyeleri, Özgürlük Hareketi’mizi ‘terör örgütleri listesi’ne koyarak, bize karşı her türlü saldırıyı meşrulaştırıp teşvik etmektedir. Eğer bağımsız duruş göstermeyip herhangi bir gücün etkisinde olsaydık böyle bir tutum içinde olmazlardı. Bırakalım NATO ülkelerini, kendi çıkarları doğrultusunda bir politika izlemediğimiz için Rusya gibi başka kapitalist modernist ülkeler de hareketimize karşı olumsuz yaklaşım içine giriyor.
Hareketimiz, uluslararası hiçbir gücün etkisi ve yönlendirmesi altında olmadığı gibi, hiçbir bölge ülkesinin etkisi ve yönlendirmesi altında da değildir. Özgürlük Hareketimiz titizlikle bağımsızlıkçı duruşunu korumaktadır. Türkiye ile çelişkisi olan devletler, mücadelemizi kendileri açısından olumlu görseler de bu tür hiçbir ülke de bizim irademizi etki altına alamamış ve yönlendirememiştir. Bu açıdan kelimenin tam anlamıyla özgür iradeli bağımsız duruşumuzu koruduğumuz, herkesin takdir edeceği bir gerçekliktir.
Kapitalist modernitenin ya da son yüzyılların literatürüyle konuşma yanılgılara götürür, çünkü son yüzyılların siyasal literatürü esas olarak kapitalist modernist güçler tarafından şekillendirilmiştir. Bu açıdan bağımsızlığı onların ortaya attığı ulus devlet, bağımsız devlet kategorileri içinde ele almamak gerekir. Bu bakış bizi yanılgılara götürür. Özgürlük, demokrasi ve sosyalizm güçleri, bağımsızlığa egemen, sömürücü ve baskıcı güçler gibi bakmazlar. Bağımsız devlet kavramı ulusal burjuvazi çıkarı temelinde ifade edilmiştir. İçinden çıktığı ulus üzerindeki sömürü tekelini ele alma hakkı olarak görülmektedir. Ulusal burjuvazinin sömürüsünü gerçekleştirdiği ulusal çaptaki fabrikası ya da sömürü alanıdır. Bunu bağımsız devlet ya da bağımsızlık olarak ele almak ulus üzerindeki sömürü tekeli gerçeğinin üstünü örtmekten başka bir anlam taşımaz.
Bu açıdan bakıldığında ulus devlet gerçek anlamda bağımsız devlet değildir. Bağımsız ülke hiç değildir. Bu açıdan bağımsız Kürdistan kavramı ile bağımsız devlet kavramını özdeşleştirmek doğru değildir. Ulus üzerinde sömürü ve baskı tekeli kurmak isteyen egemen sınıfların bu baskısı ve sömürüsünü meşrulaştırmak ve normalleştirmek olur. Bu açıdan bağımsız Kürdistan kavramını bağımsız devletle özdeşleştirmek; yani bağımsız Kürdistan’ı ulus devlet gibi ele almak, bağımsız devlet olunursa bağımsızlığı gerçekleşebilir bir olgu olarak görmek çok yanlıştır. Bu yanlışlıktan kaçınmazsak doğru siyasal değerlendirme; doğru ulusal kurtuluş ve özgürlük anlayışı geliştiremeyiz.
PKK’nin özgür, demokratik ve bağımsız Kürdistan istediği kesindir. Bunu ulus devlet ve bağımsız devlet olarak ele almıyoruz. Bağımsızlığın böyle sağlanacağı bir kapitalist modernist ve egemen sınıf yalanıdır. Kaldı ki, kapitalist modernist güçler şimdi böyle bir bağımsız devleti savunmuyor. Dün kendi çıkarlarına gördükleri katı devlet sınırlarını şimdi çıkarlarına görmüyorlar; geçirgen sınırları savunuyorlar, katı ulus devlet anlayışını küreselleşmiş tüketim toplum aşamasına gelmiş kapitalizmin çıkarına görmüyorlar. Katı sınırların engel olmadığı sermayenin serbest ve güvenli dolaşımı onların temel yasası haline gelmiştir. Kendine sol diyen bazı çevreler ise kapitalizmin gelinen aşamada ulus devleti kendi çıkarına görmemesi karşısında ulus devleti sanki kapitalizme karşıymış gibi gösterme gafleti içine düşmektedirler. Bunlar esas olarak ulus devletin kapitalist ve sömürücü karakterini görmeyen ve küresel kapitalizme karşı gerçek mücadele hattını anlamayan çok dogmatik, hatta kendi iş birlikçi ulusal burjuvalarının gerici yanlarını savunan bir karaktere sahiptirler.
Şu açığa çıkmıştır ki, özgür ve demokratik topluma dayanmayan ülkeler ve halklar bağımsız irade olamazlar. Özgür ve güçlü demokratik topluma dayanılmadan da bağımsız irade ortaya çıkarmak; herhangi bir güce karşı bağımsız iradeyle karşı koymak, dolayısıyla bağımsız olmak mümkün değildir. Hangi ülkenin halkı özgür ve demokratik toplum gerçeğine ulaşmışsa bağımsızlık düzeyi de o kadardır. Yoksa bir ülkeye sınır koymak o ülkeyi bağımsız kılmaz. En kötü iş birlikçiliği ve iradesizliği kendilerine sınır çizmiş ve bağımsız devlet olduğunu söyleyenlerin ortaya koyduğu tartışmasız gerçektir. Bu devletlerde özgür ve demokratik toplum yoktur. Özgür ve demokratik toplum, iradeli ve güçlü bir toplumdur. Böyle bir topluma dayanmayan siyasi güçlerin işbirlikçi olmaları kaçınılmazdır.
Bağımsız olmak da emperyalizme, sömürgeciliğe ve işbirlikçiliğe karşı olmak da özgür ve demokratik topluma dayanıyorsa mümkündür. Yoksa mümkün değildir. İki kutuplu soğuk savaş dünyasında bazı devletler herhangi bir güce dayanarak ben anti emperyalist tutum takınıyorum, diyebiliyordu. Çeşitli güçlerin çekişme çatışma ortamında bazı devletler bundan faydalanıp kısmi bağımsız tavır koyabiliyordu. Ancak bunları da bağımsızlıkçı devletler, ülkeler olarak görmek yanılgıdır. Bu çizgi ve konjonktürün verdiği göreceli hareket kabiliyeti, bağımsızlıkçı duruş olarak görülemez. Bunlara bağımsızlıkçı demek bağımsızlık anlayışının, bağımsızlık kavramının yanlış anlaşılmasına yol açar. Bağımsızlığı özgür ve demokratik topluma dayalı olarak görmeyen her bakış yanlıştır; gerçekleri saptırmaya hizmet eder.
Devlet bir egemen sınıf aracıdır. Bunu hiçbir zaman unutmamak gerekir. Ne halkın devleti ne de sosyalist devlet olabilir. Halkın yönetimi de sosyalizm de devletsiz gerçekleşebilecek olgulardır. Bu nedenle Rêber Apo, “Altın tepside sunsalar da devlet istemem“ diyerek tutumunu ortaya koydu.
Rêber Apo, özgür ve demokratik topluma dayalı demokratik özerk bir Kürdistan istiyor. Ortadoğu’da devlet sınırlarına dokunmadan dört parça Kürdistan’ın birbiriyle siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik ilişkide olduğu bir demokratik Konfederal Kürdistan’ı en doğru özgürleşme ve ulus birliği olarak görüyor. Devletleşme ve birleşik Kürdistan’ı birçok sorunu beraberinde getireceği ve sorunu çözemeyeceği için doğru görmüyor, öte yandan bunların ulusu özgür, demokratik ve bağımsız kılmayacağı için de doğru bulmuyor. Bunların Kürdistan’ı, Kürt halkını özgür, demokratik ve bağımsız bir Kürdistan gerçeğinden uzaklaştıracağını vurguluyor.
Devlet sınırlarına dokunmadan demokratik özerk yaşama kavuşmanın iki boyutu var. Birincisi sadece devletle ilişkileri tanımlayan dar anlamdaki özerklik; ikinci boyutu ise toplumun örgütlü demokratik toplum olarak demokratik konfederal temelde kendini siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik ve diğer alanda toplumsal ve siyasal sistem olmasını kapsamaktadır. Örgütlü demokratik toplumun, demokratik konfederal temelde toplumsal ve siyasi sistem olması, gerçek anlamda özgürlüğü ve bağımsızlığı ifade etmektedir. Bu demokratik özerklik herhangi bir demokratik özerklik değildir. Örgütlü, özgür demokratik topluma dayalı özerkliktir. Ulusu güç yapan, özerkliktir. Bu özerklikte ulus, hiçbir devlette ya da başka bir sistemde olmadığı kadar güçlüdür. Bir toplumu ve ulusu demokratik ilişkiler güçlendirir. Örgütlü topluma dayalı demokratik uluslar güçlü ve iradeli uluslardır. Bu açıdan ulusun en fazla bağımsız olduğu ve bağımsız iradesini ortaya koyduğu ulus modelidir. Devletler ulusu değil, egemen sınıfları güç yapar; demokrasiler ise toplumu ve ulusu güç yapar. Örgütlü demokratik topluma dayalı olarak demokratik konfederal temelde toplumsal sisteme kavuşmuş ulus ise en güçlü ulusal durumdur. Dolayısıyla bu temelde gerçekleşen demokratik özerklik hiçbir ulus devlette, sözde bağımsız devlette olmadığı kadar bağımsız bir siyasi irade ortaya çıkarır.
Kuşkusuz burada demokrasi+devlet olma durumu vardır. Tam demokrasi hali değildir. Ancak toplumun, yani ulusun devlet karşısında en güçlü halidir. Zaten günümüz dünyasında tam bağımsızlık kavramı da gerçeği yansıtmıyor. Göreceli bir durumdur. Günümüz dünyasında karşılıklı bağımlılıklar vardır. Her devleti, ulusu sınırlayan bazı objektif etkenler ve gerçeklikler vardır. Önemli olan bunun bağımsız iradeyi kırmayan ilişki ve karşılıklı bağımlılıklar olmasıdır. Devlet+demokrasi ilişkisinde de karşılıklı sınırlılıklar vardır. Ancak devlet+demokrasi sistemi de sürekli bir gerilimi ifade eder. Çağımızda bu gerilimden sürekli olarak daha güçlü ve etkili çıkacak olan ise demokrasidir.
Bizim için önemli olan halkların ve toplumların özgürlüğü ve demokratik yaşamıdır. Bunu en iyi sağlayacak biçim ve sistemler bizim tercihimizdir. Bizim için ayrılma, kopma, uzaklaşma ve karşı olma; zordan, baskıdan, egemenlikten ayrılmadır, boşanmadır. Bunun yolu da devlet olmak değildir. Ulusların kaderini tayin hakkı aslında burjuva ulus devlet anlayışı temelinde ifade edilmiştir. Sosyalistlerin böyle bir ilkesi, yaklaşımı olamaz. Sosyalistler için önemli olan özgürlük, eşitlik, demokrasi, toplumculuktur ve halkların kardeşliğidir. Halkların kardeşliği ve demokratik birliği temelinde en geniş siyasi birlikler, tüm toplumcuların tercihidir.
Toplulukları devlet sınırları ile katı bir biçimde ayırmak zaten tarihi toplumsal gerçekliğe aykırıdır. Tarihte halklar, topluluklar, kültürler hiçbir zaman katı sınırlarla birbirinden ayrılmamışlardır. Birbirlerini simbiyotik ilişki içinde beslemişlerdir. Sovyetler Birliği’nin çok katı duvarlarla kendini diğer dünyadan ayırması arızi bir durumdu. Aslında kapitalist sistem ayırsa da kendisinin ayırmaması lazımdı. Reel sosyalizm bazı bakımlardan yanlış ve kendine güvensiz olunca o duruma düşmüştür. Aslında Sovyetler Birliği’nin kendini kapitalist tanımlayan ülke ve coğrafyalardan çok keskin biçimde ayırması ulus devlet hastalığının başka bir biçimde dışa vurmasıdır.
Tarih boyu halklar/topluluklar, federasyon ya da konfederasyon biçiminde yaşamışlardır. Merkezi imparatorluklar yok gibidir. Zaten imparatorluk olmak farklı halkların, kültürlerin, toplulukların ve coğrafyaların özerk, otonomi vb. yerel siyasi iradelerinin varlığını tanımakla mümkün olmuştur. Bu açıdan demokratik özerklikler, konfederasyon ve federasyonlar tarihin akışına uygun ve halkların birbirlerini tamamlaması açısından daha doğru sistemlerdir. Ancak kapitalist modernite, ulus, ulus devlet, milliyetçilik ve farklı kültürleri yok etme anlayışı ve pratiği nedeniyle insanlık açısından doğru olan yerel demokrasi, demokratik özerklik ve diğer öz yönetim biçimleri gerçek anlamda pratikleşip insanlığın sorunlarına çare bulamamaktadır. Bu zihniyet ve engeller aşıldığında geleceğin dünyası ulus devletlerin aşıldığı, halkların özgürlüğü ve demokrasi temelinde geniş demokratik birliklerin oluştuğu dünya haline gelecektir.
Abdullah Öcalan kendi eserlerinde kapitalizmi aşma ve kooperatiflere dayalı bir ekonomiye doğru yol alma yöntemlerini irdeliyor. Kürdistan kurtuluşa vardıktan sonra Kürdistan Özgürlük Hareketi, Kürdistan’da hangi ekonomik politikaların uygulanmasını umuyor?
Kapitalizmi aşma, sadece PKK ya da tüm sosyalistler için bir görev değildir. Kapitalizm, insanlığın var oluş biçimi olan ve bütün kültürel değerleri yaratan toplumsallığı ortadan kaldırmaktadır. İnsanlığın var oluşuna, bütününe yönelik bir saldırı vardır. Kapitalizm, toplumsallığı/toplumsal değerleri yemeden, yutmadan kendini var edemez, yaşayamaz. İnsan vücudundaki kanserli hücrelerin diğer hücreleri yemesi gibi toplumsallığı yiyip tüketmektedir. Bu nedenle Rêber Apo kapitalizmi kanserojen bir olgu olarak tanımladı. Toplumu yiyip tükettiğinden ‘kapitalist toplum’ kavramını da doğru bulmadı. Kapitalizm ile toplum yan yana getirilemez, dedi. Kapitalizmi aşma anlayışı sadece ekonomik bir sorun olarak görülemez. Temel bir toplumsal sorundur. Tüm toplumsal sorunları ağırlaştıran etkendir. Toplumu yedikçe yaşayan bir sömürü biçiminin ve onun modernitesinin başka bir sonuç yaratması da düşünülemez.
Rêber Apo, kapitalizmi bir bütün çözümlemiştir. Kuşkusuz Marks ve Engels kapitalizmi çözümlemede önemli çaba sarf etmişler ve önemli sonuçlar da ortaya koymuşlardır. Rêber Apo, bu sosyalist önderlerin hakkını vermekle birlikte onların yarım ve eksik bıraktıkları şeyleri tamamlamıştır. Bu açıdan kapitalizm çözümlemelerine çok büyük katkılar yapmıştır. Artık kapitalizm, Rêber Apo’nun çözümlemeleriyle birlikte ele alınmazsa bütünlüklü bakışa kavuşulamaz. Bu da kapitalizme karşı mücadelede ve kapitalizmi aşmada çok ciddi yetersizlikler ortaya çıkarır. Özellikle ‘Kapitalist Modernite’ kavramının çok iyi irdelenmesi gerekir. Yoksa alternatifi olacak Demokratik Modernite de iyi anlaşılamaz.
Rêber Apo’nun alternatif ekonomik anlayışını ortaya koymadan önce bunları belirtmemiz gerekiyor. Kapitalizme karşı her alanda savunmayı bir insanlık görevi olarak biliyoruz. Topluma ilk saldırı kadın üzerinden başlamış, bunun üzerinden sömürü, baskı, iktidar ve devlet sistemleri ortaya çıkmıştır. Kadın üzerinden egemenlik ve toplumda sömürü ve sınıflaşma ile başlayan toplumsal sorunlar kapitalizmde zirve yapmış bulunmaktadır. İnsan toplumu olmayı sürdüreceksek kapitalizme karşı olmak ve durmak çok önemlidir. Kapitalizm giderek kapitalistlerin bile savunamadığı bir insanlık hali ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bu nedenle kapitalizmin hizmetindeki düşünce kuruluşları ve kapitalizmin hizmetindeki entelektüeller, kapitalizm nasıl insanlık için kabul edilebilir hale getirilir konusu üzerinde durmaktadır. Rêber Apo ise kapitalizmi kapsamlı çözümleyerek insanlığın üzerinde yük haline geldiğini ve mutlaka aşılması gerektiğini tüm verileri ve argümanlarıyla güçlü biçimde gözler önüne sermiştir.
Kapitalizm bugünden yarına hemen ortadan kaldırılamaz. Ancak bugünden bu işe başlamak önemlidir. Kuşkusuz ilk önce kapitalizmin yarattığı ideolojik hakimiyeti kırmak gerekir. Bununla birlikte alternatif ekonomik modeli; yani toplumsallığı yıkmayacak, aksine güçlendirecek ekonomik çalışmaları pratikleştirmek gerekecektir.
Şimdi toplumlara ve bireylere şöyle bir ekonomik zihniyet verilmiştir. Birileri ağa, bey olacak, birileri patron, fabrikatör, iş sahibi olacak, birileri de köylü, işçi olacak. İnsanlar böyle ücret, maaş alarak yaşamını sürdürecek. İşte tarihin en kötü ideolojik hakimiyeti budur. Bu köleliğin içselleştirilmesidir. İlk çağ köleliğinin gönüllü hale getirilmesidir. Halbuki ekonomi toplumun en temel faaliyetidir. Zaten insan, insan haline geldiğinde, yani toplumsallaştığında beslenme, barınma ihtiyacını toplum olarak karşılamıştır. Bu ihtiyacın bireysel karşılanması akla bile getirilmez. Doğada birey olarak bulup yediği dışındaki her şey toplum çalışması ile sağlanmıştır. Dolayısıyla insanın en temel toplumsal faaliyetini şimdi birilerinin serfi ya da işçisi olarak yapmak en temel toplumsal sapmadır. Anormal bir durumdur. Bu durumun normal hale gelmesi nasıl bir saptırma ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Bu durumu değiştirmeden de gerçek insan olamayız. Kimsenin kölesi ve işçisi olmadan kendi işimizin emekçisi, yani toplumun emekçisi olarak ihtiyaçlarımızı karşılamamız gerekir. Bilimsel tekniğin gelişmesi ve uzmanlaşmanın artması sadece toplumsal bir iş bölümü olarak ele alınır. Toplumsal iş bölümü ayrıcalıklı ve sömürücü olmayı gerektirmez. Önemli olan herkesin yaşamını sürdürmesi ve diğer güne yaşama sağlıklı ve coşkulu katılabilmesidir.
Kapitalist modernite bu ideolojik hakimiyeti derinleştirmiştir. Sanki bireycilik insanın en temel özelliğiymiş; toplum olmadan da birey olunabilirmiş gibi büyük bir yanılgı yaratılmıştır. Bireycilik, birilerinin patron, diğerlerinin de mutlaka işçi olacağı bir ekonomik anlayışla da bir kültür haline gelmiştir. Bu açıdan insanların bir araya gelerek topluluk ekonomisi, komünal ekonomi yaratıp ortak üretip adil paylaşma akla gelmiyor. Bugün insanları bir araya getirip ortak üretim yapmak kolay bir iş değildir. Çünkü düşünülen, bir yerde işçi ve memur olup iyi bir ücret ve maaş almaktır. Aslında bu, köleliği kabul etme, kölelik koşullarından biraz daha iyi yaşama anlayışıdır. Bugün kapitalist modernite tüketim ne kadar fazla olursa o kadar kar eder. Bu nedenle orta sınıfla birlikte işçinin de tüketeceği bir standart yaratmaya çalışmaktadırlar. Zaten işçi aldığını tüketim maddelerine harcayarak tekrardan patronların cebine girmesini sağlamaktadır.
PKK özgür, demokratik ve sömürülmeyen bir toplum inşa etmek istiyor. Halkın yönetimi olan demokrasi yükselen değerse o zaman halkın ekonomik sistemi de yaratılmalıdır. Ekonomide demokrasi; patronun, ağanın olmadığı ekonomik biçimdir. Bugün kapitalist ülkelerde sözü edilen demokrasilerde halkın egemenliği yoktur. Yine egemen sınıfların hakimiyeti olduğu için ekonomisi de halkın değil, egemen sınıfların ekonomisi olmaktadır. Halkın yönetim gücü olduğu demokrasiyi hedefliyorsak; o zaman halkın ekonomisini de yaratmalıyız. Yani birilerinin patron-ağa, birilerinin de işçi-serf olmadığı bir ekonomik sistem hedeflemeliyiz. Zaten kapitalizmde giderek tekelcilik hakim olduğundan ekonomi daha da toplum dışı hale gelmektedir. Bu yönüyle toplumsal yaşamda demokrasi nasıl ki otoriter, tekçi sistemleri aşıyorsa ekonomide demokrasi de tekelleri ve egemen sınıfların politikalarını aşacaktır.
Rêber Apo, her şeyden önce ekonominin temel direkleri olan toprak, su ve enerjinin komünalleşmesini istemektedir. Bu üç temel ekonomik öge, bireylere ait olamaz. Böyle bir komünal yaklaşım, halkın ekonomik sistemine atılan ilk adım olarak görülmelidir. Ekonominin demokratikleşmesi, demokratik bir toplumsal ve siyasal sistem var olursa gerçekleşebilir. Bu açıdan örgütlü demokratik topluma dayalı demokratik konfederal toplumsal ve siyasal sistem, komünal ekonomi için gereklidir. Halk demokratik komünal ekonomiye inanacak, bu ekonomiyi bizzat kendisi yapacaktır. Bu açıdan kapitalist modernitenin bu alandaki ideolojik hakimiyetini kırmak önemlidir. Yoksa bu ekonomik model gerçekleştirilemez.
Komünal ekonominin üzerinde yükseleceği farklı komünal ekonomik birimler olabilir. Toplulukların bir araya geleceği komünler olabilir. Bunlar küçük olabileceği gibi büyük üretim komünleri de olabilir. Tarım, endüstri ve ticaret alanında toplumun ihtiyacını karşılayan komünler olabilir. Kooperatifler de topluluklar ekonomisinin başka bir biçimidir. Üretim, dağıtım, pazarlama, ulaşım vb. kooperatifler de olabilir. Kuşkusuz tüm bunlar örgütlü demokratik topluma dayalı kurulan demokratik sistemde halkla tartışılarak yapılacak şeylerdir. Dayatma ile olmayacak ancak demokratik toplumsal sistemin teşviki bu yönlü ekonomik birimler yaratılması yönünde olacaktır. Halk kendi kurduğu ekonomik sistemin olumlu yanlarını gördükçe komünal ekonomik alan her geçen gün genişleyecektir. Tarih boyu bireylere, ailelere ait üretimler olmuştur. Yine tekelci olmayan küçük işletmeler de varlığını sürdürmüştür. Bu tür işletmeler ekonomik sistemin esası haline gelmedikçe bunlar komünal demokratik ekonomiye katkıları ve komünal ekonomiyi tamamlayıcı temelde varlıklarını sürdürecektir. Önemli olan komünal ekonominin hakim hale gelmesi, bireylere ve özel küçük işletmelere dayalı ekonomik alanın hakim ekonomik alan haline gelmemesidir. Bu belirtilen çerçevede özel mülkiyet de toplum mülkiyeti yanında varlığını sürdürecektir.
Toplumun daha önceki toplumsal ve siyasal sistem altındaki ekonomisine zoraki el koyma gibi yaklaşımlar olmayacaktır. Ancak kapitalist modernite nasıl ki her alana el atarak, küçük üretimleri birleştirerek ya da onları verimsiz kılarak kendi alanını genişletiyorsa, her alanda ekonomik ağırlığını artırıyor ve hakim kılıyorsa, komünal ekonomi de kendini bütünlüklü ve verimli kılarak ve halkın katılımını sağlayarak komünal ekonomiyi geliştirecektir. Kuşkusuz komünal ekonomide verimlilik sadece ekonomik değer olarak değil, toplumsal hak, adalet, işlevsellik, psikolojik, moral vd. birçok boyutu esas alacaktır. Ekoloji, mutlaka dikkate alınacaktır. Yoksa sadece ekonomik verileri öncelikli görüp moral değerleri, psikolojik değerleri dikkate almayıp yıkılan reel sosyalizmin durumuna düşülür. Reel sosyalizmdeki altyapıyı ekonomi olarak ele almak kültür, ideoloji vb. ise üstyapı olarak görmek zaten sosyalist önderlerin içine düştüğü yanılgılardandır. Bu nedenle moral değerler doğrudan ekonomik altyapının yansıması olarak görüldüğünden gereken düzeyde üzerinde durulmamıştır. Bu açıdan ekonomik model olarak reel sosyalizm esas alınmayacaktır. Demokrasi, özgürlükler, moral ve kültürel değerlerle bütünlüklü ve bu değerlere dayalı bir ekonomik model esas alınacaktır. Özcesi kapitalizmin insanlık üzerinde yük haline geldiği; kapitalist modernist güçlerin bile ömrünü uzatmak için yeni bir ekonomi modeli -kapitalizmi aşmayan- arayışı içindeyken tabi ki halk, özgürlük güçleri, demokratik sosyalist güçler de kapitalizmi aşan toplumcu bir ekonomik sistemi geliştirmeyi çalışmalarının en önemli boyutlarından biri olarak göreceklerdir.
Rojava’da ulaşılan bazı sosyal-ekonomik kazanımlar ve başarıdan kısaca bahsedebilir misiniz?
Doğrudan içinde olmadığımız Rojava’daki sosyo-ekonomik gelişmelerin ne olduğunu tümüyle anlatamayız. Duyduklarımız ve öğrendiklerimizle anlatmak da yetersiz kalabilir. Sadece bize yansıyanlar ve gerçekleştiğine inandığımız gelişmelerden söz edebiliriz.
8 yıl devlet egemenliği olmadan yaşamak başlı başına önemli gelişmelerin zemini olmuştur. Devletler her türlü toplumsal ve siyasal gelişmeler önünde engeldir. Ekonomi ise devlet için bir talan alanıdır. Devlet devasa bir kurumdur, onu beslemek bile halkın iliklerini kurutur. Devlet varlığı altında toplum ezik olur ve iradesizleşir. Bu açıdan devletsiz yaşamak toplumları ve bireyleri iradeli kılar. Zaten devletsizlik aynı zamanda önemli oranda demokrasi halidir. Bu açıdan Rojava, 8 yıldır çok önemli bir demokrasi deneyimi yaşamıştır. Kararlarını örgütlü toplumla vermektedir. Kadın ve gençlik örgütlüdür. Örgütlü gücüyle toplumsal ve siyasal yaşamın çok önemli aktörleridirler. Bu güçler dikkate alınmadan Rojava’da toplumsal ve siyasal yaşam şekillendirilemez. Bu iki temel toplumsal güç, Rojava’nın çehresini tümüyle değiştirmiştir.
Rojava’nın etrafı hala düşman güçlerle çevrilidir. Suriye devleti hala burada kurulan demokratik sistemi kabul etmiyor. Türk devleti kendine bağlı çetelerle birlikte Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’yi işgal etmiştir. Bu yönüyle sürekli işgal ve devrimi dağıtma tehdidi vardır. Böyle olunca öz savunma öne çıkmakta; tüm çalışmaların bu öz savunmaya endeksli olmasını beraberinde getirmektedir. Hatta devrim, bazı yönleriyle tehlikeyi yeterince dikkate alıp ona göre örgütlendirilmediği için işgalci güçler bundan yararlanmıştır. Bu açıdan Rojava, Kuzey-Doğu Suriye’deki koşulları çok normal görüp ona göre değerlendirmek bazı yanılgılara götürür.
Rojava’da devlete ait ekonomik alan kalmamıştır. Bir devrim gerçekleşmiş olmakla birlikte hala ağır saldırılar altında olmalarından dolayı çok hızlı gelişmeyen bir komünal ekonomik sistem, kooperatiflere dayalı üretim ve tüketim birimleri; diğer taraftan halkın kırsal alanda yaptığı aileye dayalı tarım ve hayvancılık; yine şehir ve kasabalarda bireylerin yaptığı ticaret ve küçük işletmeler bulunmaktadır. Bu açıdan ekonomik alanda devlete ait ekonomik işletmelerin bulunduğu ve belirleyici olduğu bir ekonomik sistem yoktur. Devrimle birlikte gelişen komünal ekonomik birimler ve kooperatiflerle, köylü ve ailelere dayalı tarım, ticaret ve çok küçük işletmeler ekonominin ağırlıklı yanıdır. Rojava eskiden de Suriye’nin tarım ve hayvancılık merkeziydi. Şimdi de benzer bir durumdadır. Komünal ekonominin bu alanda gelişme potansiyeli yüksektir. Toplumcu bir kültür önemli oranda var olduğundan komünal ekonomi geliştirilerek örgütlü demokratik topluma dayalı demokratik konfederal sistemin ekonomik temeli de giderek gelişmektedir.
PKK, Kürdistan’ın birçok bölgesinde varlık gösteriyor. PKK söz konusu bölgelerdeki halk için hangi kazanımları sağlamıştır?
PKK, Kürdistan’ın dört parçası açısından muazzam gelişmeler yaratmış ve kazanımlar sağlamıştır. PKK’den önce Kürdistan’daki tüm mücadeleler egemen Kürt sınıflarının damgasını taşıdığı gibi, esas olarak askeri ve siyasi niteliklidir. Askeri ve siyasi olarak da etkili olamadıklarından toplumda yarattığı değişiklikler ya çok azdır ya da yoktur. PKK ise Rêber Apo şahsında çıkışından itibaren her boyutta devrimci gelişmeler sağlayan bir harekettir. Düşünme biçiminden yaşamın her alanına kadar köklü değişiklikleri esas almıştır. Tüm geriliklerle kopuşu sağlayan olmuştur. Rêber Apo, daha ilk günden arkadaşlarını da toplumu da değiştirmeyi esas almıştır. Bunun için de gerilikleri, yanlışları eleştiren bir tarzla toplumsal ve siyasal olgulara yaklaşmıştır. Eski gerilikler aşılıp değişmeden özgürlük ve demokrasi mücadelesinin verilemeyeceğini vurgulamıştır. Bu açıdan PKK’nin mücadelesinin her anı ulusal, toplumsal, siyasal, kültürel, sosyo-psikolojik devrimleri esas almıştır. Ulusal, toplumsal, demokratik, kültürel, siyasal devrimleri iç içe geliştirmiştir. Her şeyden önce Kürdistan’da ilk defa yoksulların, yani halkın hareketi geliştirilmiştir. Apocuların kuruluşunda yer alanların tümü yoksul halk çocuklarıdır. Bu zaten Kürdistan geneli için başlı başına büyük bir devrim, büyük gelişme ve kazanımdır. Artık Kürdistan’daki ulusal, toplumsal, siyasal, kültürel gelişmeleri bizzat örgütlü gücüyle halkın kendisi belirlemektedir.
Bakurê Kurdistan’da ayağa kalkmamış şehir, kasaba ve köy kalmamıştır. Geleneksel otoriteler yerini örgütlenmiş halk gücüne bırakmıştır. Gerçek anlamda demokratik devrim, sosyal devrim, kültürel devim gerçekleşmiştir. Bu temelde demokratik karakterde bir Kürt ulusal gerçekliği ortaya çıkmıştır. Ölüm döşeğindeki Kürt halkı ayağa kalkmış, özgürlük ve demokrasi mücadelesine atılmıştır. On binlerce genç kız ve erkek gerilla saflarına koşmuştur. Dünya tarihinde ilk defa bu düzeyde bir kadın ordulaşması gerçekleşmiştir. Kürt halkı demokratik bir siyasi irade olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürdistan’ın özgürleşmesi için mücadele eder düzeye kavuşmuştur.
Kürdistan’da Sünni, Alevi, Êzîdî; tüm Kürtler birlikte ulusal özgürlük mücadelesinde yer almıştır. Kürdistan’daki Arap, Türkmen, Azeri, Terekeme, Ermeni ve Süryaniler-Asuriler de özgürlük mücadelesini kendi özgürlük mücadeleleri olarak görmüş ve katılmışlardır. Kürdistan’da Demokratik Ulus gerçeği çarpıcı biçimde ortaya çıkmıştır.
Kürt kültür ve sanatı büyük bir hamle yaparak Kürt kültürel değerleri canlandırmış; bu değerleri yeni değerlerle bezeyerek yeni Kürt toplumsal gerçekliğini yaratmada rollerini oynamışlardır.
Kadının ayağa kalkışı çok çarpıcı biçimde gelişmiş, kadın eksenli sosyal devrim, devrimlerin özgürlük ve demokrasi karakterini hem derinleştirmiş hem kapsamlılaştırmıştır. Kadın özgürlük devrimi temelinde devrimler içinde devrimleri tetikleyen bir Kürdistan devrim gerçekliği ortaya çıkmıştır. Kadın özgürlüğüne dayalı devrimlerle Kürt halkı güçlü bir halk haline gelmiştir.
Kürdistan, tarihin en büyük değişmesini, gelişmesini ve güçlenmesini yaşamıştır. Böyle bir Kürt devrimini sadece Bakurê Kurdistan’la sınırlamak mümkün değildir. Bu devrim kısa sürede Kürdistan’ın dört parçasını etkisine almış; ulusal, toplumsal, kültürel değişimler yapmış, Kürt siyasi alanını da etkilemiştir. Fransız Devrimi, hiçbir iletişim aracının olmadığı dönemde savaştığı, düşman gördüğü Rusya toplumunu etkiliyorsa; bir Kürt devrimi iletişim-bilişim tekniğin çok geliştiği çağda Kürdistan’ın diğer parçalarını tabii ki fazlasıyla etkileyecektir, etkilemiştir, etkilemeye de devam etmektedir.
Zaten Rojavalı, Başûrlu ve Rojhilatlı binlerce genç, PKK saflarına katılmıştır. Bunların ailelerini ve çevresini etkilediği açıktır. Bu katılanlardan birçoğu şehit düşmüştür. Öte yandan PKK kadroları, yine gerillalar binlerce aile, on binlerce, yüz binlerce Başûrê Kurdistanlı halkla ilişki kurmuşlar, etkilemişler, düşüncelerinde ve yaşamlarında değişiklikler yapmışlardır. Devrimimizin çok boyutlu etkisi olmasaydı şu anda Başûrê Kurdistan toplumsal ve siyasal yaşamda geri kalmış olurdu. Yurtseverlik duyguları bu düzeyde gelişkin olmazdı. PKK Başûr’u ulusal, toplumsal, kültürel, düşünsel olarak fazlasıyla değişime uğratmıştır.
Rojava’da değişim ve yarattığı kazanımlar ise doğrudan olmuştur. Rêber Apo, Rojava halkıyla, genci ve kadınıyla 20 yıl iç içe olmuştur, onları eğitmiştir. Binlerce genç kız ve erkek gerilla saflarına koşmuş, binlercesi şehit düşmüştür. Rojava Devrimi, Rêber Apo’nun düşünceleri ve etkisi temelinde gerçekleşmiştir. Rojava halkı büyük oranda Rêber Apo’ya bağlıdır. Kadınlar bu bağlılığın öncülüğünü yapmaktadır. Rojava Devrimi’nin, Rêber Apo’nun paradigması doğrultusunda geliştiği, sadece Kürdistan açısından değil tüm Ortadoğu açısından önemli bir devrim olduğu açıktır.
Eğer bugün Doğu Kürdistan’da halkın özgürlük ve demokrasi özlemi üst seviyedeyse bunda da Rêber Apo’nun düşüncelerinin etkisi çok büyüktür. Eğer devletin baskılarına rağmen halk özgürlük eğilimini her fırsatta ortaya koyuyorsa bu da PKK’nin Kürdistan’ın dört parçasında yarattığı etki sonucudur.
Rêber Apo düşüncesindeki Kürtlerin Avrupa’da ve dünyanın her tarafında örgütlenerek güçlü bir ulusal topluluk olarak varlıklarını ciddi biçimde hissettirdikleri görülmektedir. Üzerinde soykırım uygulanan ve siyasi iradesi kırılmış bir halkın, ülkelerinden uzak yerlerde örgütlenmeleri ve ulusal varlıklarını aktif biçimde göstermeleri de çok önemli bir gelişme ve kazanımdır. Yurt dışındaki Kürtlerin bu örgütlülük düzeyi, Kürdistan’ın tüm parçaları için çok önemli bir moral ve manevi destektir. Avrupa’da bu örgütlülüğün güçlü olması, Kürdistan’ın Avrupa’ya ve dünyaya açılan penceresi de olmaktadır. Dünyanın dört köşesindeki bu örgütlenme ve buna dayalı etki Kürdistan’ın dört parçası için büyük bir kazanımdır.
PKK’nin yürüttüğü mücadele Kürdistan’ın dört parçası için çok büyük kazanımlar sağladığı halde Başûrê Kurdistan’da federasyon oluştuktan sonra hükümet olan KDP’li yetkililer ya da onların çevreleri, PKK ne kazanmış, gibisinden propagandalar yapmaktadır. Böylece sosyolojik, siyasi, kültürel ve ulusal olarak dünyaya ve Kürdistan’a dar ve yüzeysel baktıklarını ortaya koymuşlardır. Dört parçaya bölünmüş ve egemen devletlerin kendi konumlarını kullanarak ve dış güçlerin desteğini alarak soykırım yürüttükleri Kürdistan’ın herhangi bir parçasında kazanım elde etmek kolay değildir. Sadece bir devletin değil, dört devletin ve destekçilerinin aşılması gerçekleşmeden kazanım elde edilemez. Bu da Kürtlerin toplumsal, siyasi, askeri ve diplomatik güç olmasına bağlıdır. Bu açıdan Başûrlu bazı siyasi güçlerin, biz şunları elde ettik, PKK ne elde etti, gibi yaklaşımları ne kadar sığ bir bakışa sahip olduklarını gösterir.
PKK, Başûr’da yenilgi yaşandığı süreçte ortaya çıktı. Sadece KDP ve Başûr değil, Kürt siyaseti ağır bir yenilgi yaşamıştı. PKK’nin böyle bir süreçte tarih sahnesine çıkması çok önemlidir. Ayrıca Kürdistan’ın hem coğrafi hem de nüfus olarak en büyük parçasında mücadeleyi geliştirmiştir. Öte yandan Türk devleti Kürt düşmanlığında öncüdür. En küçük bir Kürt direnişini kendisi için tehlike olarak görmektedir. ABD ve NATO ile ilişkili KDP’ye, Bakurê Kürdistan’da hiçbir Kürt hareketinin gelişmesine izin vermemesi karşılığında TC’nin tolerans gösterdiği bilinen bir gerçekliktir. Türkiye, soğuk savaş döneminde ABD ve NATO için en önemli ülkeydi. Bu konumdaki Türkiye’nin temel ulusal politikası, Kürt düşmanlığı ve Kürtleri soykırıma uğratmaydı. PKK böyle bir devlete karşı mücadele başlatarak tüm Kürdistan parçalarını ve siyasi güçlerini rahatlatmıştır.
Başûrê Kurdistan parlamentosu, KDP ve YNK’nin 2 Ekim 1992’de PKK’ye saldırısıyla birlikte açılmıştır. TC, PKK ile savaştığı için Başûr’daki bu durumu kabul etmiştir. PKK’yi tasfiye etmek için Başûrlu siyasi partilerle ilişki içinde olmuştur. 2003’te Saddam’ın devrilmesiyle birlikte Başûrê Kurdistan federasyonu PKK’nin Kürdistan’ın dört parçasında yürüttüğü siyasi iklim ortamında oluşmuştur. Türk devleti, daha sonra Başûrê Kurdistan federasyonunu kabul etmeyi tarihi bir hata olarak görmüştür. Hata gördükleri Başûrê Kurdistan federasyonunu ABD ve KDP’nin 2007’de PKK’ye açıkça tutum alması karşılığında kabul etmiştir. ABD Başkanı George Bush, PKK bizim de düşmanımızdır, deyince Türk devleti Başûrê Kurdistan’ı resmen tanımıştır. KDP de bunun karşılığında PKK’nin tasfiyesi için TC’ye her türlü desteği vererek açıkça Bakurê Kurdistan’daki soykırım politikasının parçası haline gelmiştir. Eğer KDP destek olmasaydı, şu anda Türk devleti Bakurê Kurdistan’da Kürtlerin varlığını ve demokratik özerkliğini kabul etmek zorunda kalırdı. Ancak KDP ile ilişkisi nedeniyle ben Kürtlere değil, PKK’ye ve terörizme karşı savaşıyorum, diyerek Bakur’daki soykırım politikasını sürdürmektedir.
Başûr’daki kazanımların ortaya çıkmasında PKK’nin belirleyici etkisi vardır. Kuşkusuz Başûr halkı ve siyasi güçleri de mücadele etmiştir. Ancak PKK tarih sahnesine çıkmayıp büyük mücadele yürütmeseydi, tüm Kürdistan’da ve Ortadoğu’da önemli siyasi etkiler yapmasaydı Başûr’da kazanım elde etmek söz konusu olmazdı. Bu açıdan PKK’nin mücadelesinin Kürdistan’ın dört parçası için çok büyük kazanımlar ortaya çıkardığını söylemek, bir gerçeği belirtmek olur.
Bildiğiniz gibi Kürdistan’da Asuriler gibi birçok etnik azınlık var. Kürt Özgürlük Hareketi’nin azınlıklarla ilişkileri nedir, onlarla nasıl çalışıyor?
PKK milliyetçilikten, farklı etnik ve dinsel topluluklara yönelik düşmanlıktan çok çektiği için hem sosyalist düşünceleri hem de bu halklara yönelik yaptığı empati nedeniyle baştan itibaren sempati, dostluk ve kardeşlik içinde yaklaşmıştır. Kürdistan’da Sünni, Alevi ve Êzîdî Kürtleri ortak çatıda birleştiren ilk harekettir. PKK’nin grup aşamasını oluşturan 6 kişiden dördü Alevi Kürt’tür. PKK’nin ilk önder kadroları içinde Haki Karer ve Kemal Pir gibi çok önemli Türkiyeli önder kadrolar vardır. Birçok Türk yoldaşımız PKK saflarında şehit düşmüştür.
Asurilere ve Ermenilere karşı da hep sempati, dostluk ve kardeşlik içinde bakılmıştır. PKK’de milliyetçilik hiç olmamıştır. Kürdistan’da hala varlığı belli düzeyde var olan Süryanilerin örgütlenmesi, inanç özgürlüklerine ve bulundukları yerlerde öz yönetime kavuşmaları için her türlü desteği vermiştir. Süryani örgütlerinin, partilerinin kuruluşu için her türlü desteği vermiştir. Bu destekleri verirken bu toprakların zenginliği olarak var olmaları dışında bir amacı olmamıştır. Hareketimiz, Kürdistan’ı Asurilerin, Ermenilerin ortak vatanı olarak görmektedir. Onların kendi yaşadıkları yeri nasıl tanımlıyorsa öyle tanımlamalarına, bu toprakları anavatanları olarak görüp yaşamalarına saygılıdır. PKK başından itibaren bu yaklaşımı gösterdiği gibi Rêber Apo’nun Demokratik Ulus anlayışı ile birlikte bu anlayışını daha da tarihsel, toplumsal, ideolojik ve teorik temele oturtmuştur. Bu anlayış temelinde Asuriler, Ermeniler bu toprakların eşit ve asli unsurlardır. Her türlü özgür ve özerk yaşama hakları vardır. Hatta doğru kavram kullanıyorsak ve yanlış anlaşılmayacaksa onlara pozitif ayrımcılık yapmamız gerektiğini de vurguluyoruz. Çünkü Kürdistan’da onlar da haksızlığa uğramışlardır. Kürtler bir siyasi irade olarak olmasa da özellikle egemen sınıfların yönlendirmesi altında Asuri ve Ermenilere yapılan haksızlıkta kısmen de olsa yer almıştır. Biz hiçbir komplekse kapılmadan, hiçbir kaygı duymadan bu tarihi haksızlıkları bugün özgür ve eşit olarak ortak vatanda yaşayarak önemli düzeyde giderebiliriz.
Bizim Asurilere karşı hiçbir olumsuz yaklaşımımız yoktur. Onlar bu topraklarda her türlü hakka sahiptir. Bizim taraftan onlara yönelik bir olumsuz yaklaşım olamaz. Onlar zaman zaman bazı devletlerle ilişki nedeniyle bize karşı olumsuz tutum içine girebiliyor. Biz bunlara da bir tepki göstermiyoruz, anlayışla karşılıyoruz. Biz ne olursa olsun onlara yaklaşımımızı değiştirmeyiz, çünkü bu bizim kimliğimizdir, karakterimizdir. Rojava’da zaman zaman bazı yanlışlıklar olduğunu duyduğumuzda etkimizi kullanarak düzeltilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Hiçbir konuda olmadığı kadar bu konuda hassasız. Biz farklı halklara ve inançlara yapılan haksızlığa tahammül edemeyiz. Biz bu hassasiyeti göstermediğimiz zaman kendi kimliğimizi, karakterimizi kaybederiz. Rêber Apo’ya da büyük saygısızlık ederiz. Rêber Apo, farklı halklara ve inançlara, kadınlara yapılan haksızlığı kabul etmez; bunu yapanları da affetmez.
Asuri partilerle, arkadaşlarla zaman zaman görüşüyoruz. Onların taleplerini imkanlarımız ölçüsünde karşılıyoruz. Bizim imkanlarımız aynı zamanda onların da imkanlarıdır. Bu konuda ayrım yapmamız söz konusu değildir. İlişkilerimiz de eşitlik, adalet ve hakkaniyet çerçevesindedir. Rêber Apo’nun on yıllar önce kurduğu ilişkileri ve karşılıklı saygıya dayalı bu ilişki düzeyi ve çalışma tarzını sürdürmekteyiz. Onlardan gelecek her türlü eleştiriye de açığız.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Filistin gibi meselelere ve kurtuluş mücadelelerine; buna ilaveten Amerikan yerlilerinin ve siyahilerin mücadelelerine karşı duruşu nedir?
Bir ulusal özgürlük hareketi olarak başından beri ulusal kurtuluş mücadelelerine sempati ve ilgiyle yaklaştık. Zaten ulusal kurtuluş hareketlerine ait kitapları okumamız ve onların mücadelelerini takip etmemiz bizi de fazlasıyla etkilemiştir. Özellikle 1970’li yılların başında Vietnam ulusal kurtuluş mücadelesi bizi çok etkilemiştir. Ho Şi Minh ve Giap bizim için ulusal kurtuluş önderleriydi. Zaten Ho Şi Minh’in ‘Hiçbir şey özgürlük ve bağımsızlıktan değerli olamaz’ sözü bizim temel doğrultumuz olmuştur. Vietnam İşçi Partisi Tarihi kitabı tüm kadro ve sempatizanlarımızın okuduğu kitap olmuştur.
Filistin mücadelesi de bizi çok yakından etkilemiştir. Rêber Apo ve hareketimiz daha 12 Eylül darbesi gelmeden önce Filistin’e gitmiş, Filistinlilerden destek ve dayanışma görmüş; ilk gerillalarımız Filistin kamplarında eğitim almıştır. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra partimiz Ortadoğu alanına çekildiğinde de Filistinlilerden önemli destek görmüştür. Hareketimizin 12 Eylül faşizmi sonrası toparlanması ve gerilla mücadelesine hazırlanmasında Filistin halkının ve siyasi güçlerinin desteğini inkar edemeyiz. Onlar her zaman mücadelemizin dostlarıdır; bizler de onların özgürlük mücadelelerinin yanındayız.
İsrail’in Filistin’i işgal ettiği 1982’ye kadar kamplarda yan yanaydık. Çok değerli 11 yoldaşımızı İsrail’e karşı savaşta şehit, 20’ye yakın da yaralı verdik. Bu şehadetler bizimle Filistin halkının mücadelesi arasındaki yıkılmaz köprüdür. Filistinlilerin kendi topraklarında ve kendi yönetimleri etrafında özgür ve demokratik yaşama kavuşacaklarına inanıyoruz. Büyük mücadeleleriyle bunu hak etmişler.
Rêber Apo, PKK’yi sadece Kürtlerin değil, tüm ezilenlerin özgürlük mücadelesi olarak gördü ve PKK’nin bütün pratiği de Kürdistan ve Ortadoğu’daki bütün ezilen etnik ve inanç topluluklarının özgürleştirilmesini esas aldı. Bu, ideolojimizin gereğiydi. Nitekim bu ideolojimiz çerçevesinde PKK içinde bütün halklar yer aldı. Zaten Rêber Apo’nun Demokraitk Ulus anlayışı tek bir etnisiteye dayanmayan farklı etnik ve inanç toplulukların içinde yer aldığı bir ulus anlayışıdır. Biz bu çerçevede dünyadaki bütün ezilenlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesini desteklemekteyiz.
Amerikan yerlilerinin ve siyahilerin mücadelelerini destekleme her sosyalist ve demokratik hareketin, kişilerin görevidir. Amerika yerlilerinin her yerde haklarının savunulması ve iadesi gerekir. O toprakların esas sahipleri olarak o topraklarda özgür ve demokratik yaşama kavuşmalıdırlar. Gerekli yaşam imkanlarına kavuşmalıdırlar. Bu açıdan yerlilerin yaşamlarını sürdürebilecekleri toprağa sahip olmaları gerekir. Yine hala yoğun yaşadıkları her alanda özgür ve özerk yaşama kavuşmaları da çok önemlidir.
Kuşkusuz siyahilerin eşit yurttaşlık hakkı çok önemlidir. Kesinlikle toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamda her türlü ayrımcılık ve ötekileştirmenin ortadan kaldırılması gerekir. Hiçbir alanda eşitsiz bir durum yaşanmamalıdır. Bu tüm Amerikalıların başta olmak üzere tüm insanlığın siyahilere karşı borcu olmaktadır. Bu borcun onların en temel hakları tanınarak ve her bakımdan eşit ve özgür yaşamları sağlanarak ödenmesi gerekir. Zaten bunlar sağlanmadan ne Amerikalılar ne de tüm insanlık gerçek anlamda adaletli, vicdanlı, adil, eşit, özgür ve demokratik olabilir.
Kürt Özgürlük Hareketi’nde önemli yer edinen bir konu kadın kurtuluşu ve özgürlüğüdür. Abdullah Öcalan çok haklı bir şekilde kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez, dedi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu alandaki kazanımları ve başarıları nedir ve kadın özgürlüğü konusunda gelecek vizyonu nedir?
Rêber Apo, kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez, diyor. Ancak Rêber Apo’nun kadına bakışı bundan da ötedir. Tüm toplum, kadın özgürlük çizgisinde ve ruhunda bir toplumsal, kültürel ve siyasal yaşama kavuşmadan da kadın gerçek anlamda özgürleşemez. Kadın bir toplumsal gerçeklik içinde köleleştirildi, ezilen, sömürülen, ötekileştirilen cins hale getirildi. Bu açıdan tüm toplumun kadın özgürlük çizgisinde şekillenmesi gerekir. O zaman toplum da kadın da özgür olabilir. Kadın özgürlüğü tüm özgürlüklerin anasıdır. Tüm yaşama, yani özgürlüklere damgasını vurduğunda kadın da toplum da tam özgürleştirilmiş olacaktır. Rêber Apo, kadın özgürlüğünün önemi anlaşılsın diye “Kadın özgürlüğü ulusal ve sınıfsal özgürlükten önce gelir” dedi. Çünkü ilk ezilme, köleleştirme ve sömürü kadın üzerinde başlamıştır. Bu açıdan köleliğin, sömürünün kökü ancak kadın özgürlüğü ile kazınabilir. Böylece tüm köleliklerin temeli ortadan kaldırılmış olur ve her alanda özgürlüğün sağlanması gerçekleşir.
Kürdistan’da serhildanların en önünde kadınlar oldu. Ortadoğu’da ilk defa kadınlar bu düzeyde toplumsal hareketlerin önünde yer aldı. Bu sadece kadını değil, toplumu da erkeği de değiştirdi. Çünkü erkekte dönüşüm olmadan toplumsal özgürlük gerçek anlamda sağlanamaz. Tüm sömürücü baskıcı sistemler dahil kapitalist modernist sistem de erkek egemenlikli zihniyete dayanmaktadır. Bu açıdan tüm baskıcı ve sömürücü sistemleri ve en son temsilcisi kapitalist moderniteyi aşmak açısından da erkeğin dönüşümü çok çok önemlidir. Çünkü tüm bunların hepsi erkek egemenlikli zihniyete dayalı toplumsal sistemlerdir. Dolayısıyla kadın erkeği dönüştürerek ve bu temelde tüm toplumda dönüşüm sağlayarak gerçek anlamda ana rolünü oynamaktadır. Kürdistan’da her gelişmenin anası rolünü oynaması kadının bu gerçekliğini de tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Kürdistan’da meydanlara çıkan kadınlar, serhildana öncülük yapan kadınlar, bu yürüyüşlerini dağlara koşarak devam ettirdiler. Gerilla içinde yoğun bir kadın gücü ortaya çıktı. Kadın birlikleri, kadın komutanlıkları ve kadın ordulaşması yaratıldı. Kadın partisi kuruldu. Artık tümüyle kendini özgün örgütleyen, yöneten, savaşan kadın gerçeği ortaya çıktı. Ortak planlama, ortak eylem, ortak komutanlık dışında kadınlar kendilerini ayrı gerilla ordusu haline getirdiler. Zaten genel komutanlıkta mutlaka kadın komutanlar da yer almaktadır. Kuşkusuz düşmana karşı savaşan ortak bir gerilla ordusu var. Başarı, ortak örgütleme, ortak plan ve eylemle gelir. Bunların yanında kadının ayrı örgütlenmesi ve ayrı yaşamı da var. Kendi komutanlarını seçiyor; görev yer ve alanlarını kendileri belirliyor. Zaten kadınlarla ilgili her kararı kadın yönetimleri ve kadın yapısı vermektedir. Böyle bir kadın örgütlenmesi önemlidir.
Kadın toplumsal ve siyasal örgütlenmede eşit olmanın ötesinde örgütsel yaşamda ve mücadelede yer almaktadır. Çoğu zaman yönetimlerde kadın sayısı erkek arkadaşlardan fazladır. Kadın arkadaşların ayrıca özgün örgütlenmeleri olduğundan toplumsal ve siyasal yaşamda daha da etkin hale gelmektedir.
Özgürlük Hareketi içinde yer alan kadınların parti kurması da bir ilktir. Böylece kadınlar, kadın özgürlük çizgisinde ideolojik tartışmaları derinleştirmektedir. Siyasal sürece bakışları da bu ideolojik tartışmalar doğrultusunda olmaktadır. Aynı zamanda özgün bir örgütlenme yapısı olduğundan kadın yapısının yönetim, örgütlenme, sorunlarını kendi çözme bilinci ve deneyimi de artmaktadır. Böylelikle Kadın Hareketi içinde çıkan sorunların kadın örgütlenmesi ve yönetimi ekseninde çözülmesi, kadınların özgüvenini artırarak erkek egemenlikli sistem içinde iradelerinin gelişmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Kürt Kadın Hareketi’nin bugün dünya kadın hareketi içinde etkili ve öncü olmasında özgün kadın partisine dayanmasının çok önemli bir rolü var. Böyle bir kadın partisi kadınları güç yaptığı gibi genel ideolojik ve siyasal mücadelelerde kadının ağırlığını ve etkisini daha fazla artırmaktadır. Bu gerçeklik, kadın özgün örgütlenmeden kadının gerçek anlamda güç olamayacağını kanıtlamıştır. Kadına sadece yasalarda eşitlik, özgürlük sağlamak, ne kadını tam özgürleştirir ne de irade yapar. Eşitlik ve özgürlük böyle bir örgütlenme ve iradeye dayanırsa anlam kazanır. Sadece kadını özgürleştirmez, tüm toplumun özgürleşmesinde ve demokratik yaşamında da belirleyici bir rol oynar. Bu yönüyle kadın partisini, aslında toplumun özgürleşmesinin de en önemli ideolojik ve siyasi yapılanması olarak ele almak, bu temelde geliştirmek ve bu özgün parti anlayışını sadece Kürdistan’da değil, bütün dünyada hakim hale getirmek tüm insanlığın özgürleşmesi ve demokratik yaşamı açısından belirleyici rol oynayacaktır.
Eşbaşkanlık, eşit temsil, siyasi alanda bir devrim yaratmıştır. Siyasete demokratik ve özgürlükçü bir karakter kazandırmıştır. Toplumun demokratikleşmesinde güçlü bir etkisi olmuştur. Özellikle özgür ve demokratik yaşama gözünü açan kadınlar bu kazanımlara hem sahip çıkmakta hem de kalıcılaşması ve toplumsallaşması için büyük bir mücadele vermektedir. Bugün Kürdistan’da kadın özgürlük mücadelesinin tüm yaşama nüfuz etmesi, özgürlük mücadelemizi yenilmez kılmaktadır. Kadın özgürlük mücadelesi, özgürlük mücadelesini toplumsal düzeyde hem kapsamlılaştırmakta hem de derinleştirmektedir.
Kürt Kadın Hareketi’nin gelişiminin en büyük özelliği de, Rêber Apo’nun kadın kurtuluş ideolojisi ve özgürlük çizgisi temelinde bir kadın bilimi geliştirmesine dayanmaktadır. Kadın bilimi ‘Jineoloji’, tüm bu kadın çalışmalarının doğru ve bilimsel temelde gelişmesini sağlamaktadır. Şu açıktır ki, bugüne kadar yazılan toplumlar tarihi, yetersiz ve yanlışlıklarla doludur. Yarımdan öte tümüyle yetersiz bir toplumlar tarihi ve insanlık tarihi yazımı vardır. Jineoloji, bu yanlış, yetersiz, eksik insanlık ve toplum tarihini düzelterek, insanlığın ve toplumların kendi tarihlerini eksiklikleri ve yetersizlikleriyle öğrenmesini ve geleceği daha doğru kurmasını sağlayacaktır. Bu bakımdan jineoloji insanlık tarihi açısından en büyük düşünce devrimlerinden biri olmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca birçok düşünce devrimi ve gelişimi olmuştur. Ancak bunların hepsi eksik ve yarım kalmıştır. Dolayısıyla bütün de yanlış ve eksik olmaktadır. Jineoloji, tüm bu eksik ve yarımlıkları tamamlayan, düşünce tarihini ayakları üzerine oturtan bir toplum bilim olmaktadır. Bu yönüyle toplum bilimi açısından tarihin en büyük devrimini ifade etmektedir. Jineoloji gelişmeden, kadın tarihini tüm gerçekliğiyle açığa çıkarmadan, hiçbir toplumsal ve tarihsel veri doğru ve tam olmayacaktır. Rêber Apo, toplum bilimini ve insanlık tarihini doğru anlamak açısından en başta da kadın gerçeğini, dolayısıyla jineolojiyi, yani kadın bilimini geliştirmiş, bu konu üzerinde hiçbir bilim insanının, kadın özgürlükçülerin durmadığı kadar durmuştur.
Jineoloji bilimi yeni gelişmekte olsa da insanlığın beyninde daha şimdiden çok büyük pencereler açmıştır. Böylelikle insan beynini özgürleştirme sağlanmıştır. İnsan beyninin özgürleşmesi yaşamdaki tüm zincirleri ve prangaları kıracak, insanlığın özgürleşmesini sağlayacaktır. Eğer tüm insanlık özgür ve demokratik yaşama kavuşmak istiyorsa en başta da jineolojiye, yani kadın bilimine önem vermeli, böylelikle insanlık açısından doğruları ve yanlışlıkları insanlığın ilk çıkışından bugüne tarihselliği içinde görebilmelidir. Bu gerçekliği gördüğü andan itibaren ise zaten her türlü geriliğin, baskı, zulüm ve insanlık önündeki engellerin ortadan kaldırılmasının tarihi hızlanacak, kadın özgürlüğüne dayalı toplumsal özgürlük ve demokratik yaşam, insanlığın temel yaşam biçimi haline gelecektir.
Öte yandan Kadın Özgürlük Hareketi, sadece Kürt kadınları değil, Ortadoğu’daki tüm kadınları derinden etkilemekte. Kürt kadınlar, Türkiye’den Arap dünyasına ve İran’a kadar kadınların özgürlük mücadelesini etkilemektedir. Bugün Türkiye’de kadın dinamik ve canlıysa, Arap dünyasındaki kadınları da etkiliyorsa bu durum giderek Ortadoğu’daki değişimin motoru haline gelme gücüne ulaşacaktır.
Kadınlarla ilgili gelecek vizyonumuz nettir. 21. yüzyıl kadın yüzyılı olacaktır. Kadınlar tüm yaşamı belirleyecektir. Özgürlük ve demokrasi kadınla derinleşip kapsamlılaşarak gerçek anlamına kavuşacaktır. Kadının damgasını taşımadığı, kadının özgür olmadığı her şey yarım kalmaktadır. Bugün insanlık yarımdır. Yarım yaşam da eksik, tadı-tuzu olmayan yaşamdır. Kadın özgürlüğünün var olduğu yaşam daha coşkulu, daha renkli ve daha güzel olacaktır. Siyasal, toplumsal, kültürel yaşamda muazzam gelişmeler olacaktır. Ekonomi doğayla tam uyumlu olacaktır. Kadın özgürlüğünün hakim olduğu dünya, savaşların olmadığı, özgür, eşit ve demokratik yaşamın hakim olduğu dünya olacaktır. Özgürlük yaşamın her alanına, her söze ve adıma damgasını vuracaktır. Kadın-erkek ilişkileri özgür eş yaşam temelinde tüm toplumsal yaşamın, tüm dünyanın özgür ve demokratik yaşamının temeli olacaktır.
Son olarak uluslar arası sahaya dönersek; Kürt Özgürlük Hareketi’nin küresel büyük güçler, özellikle de NATO hakkında analizi nedir? Türkiye NATO üyesi bir devlet olduğuna göre Kürt Özgürlük Hareketi Türk faşizmine karşı mücadeleyi NATO emperyalizmine karşı daha geniş bir mücadelenin parçası olarak görüyor mu?
Özgürlük Hareketimiz tarih sahnesine çıktığında NATO ile Varşova Paktı arasında soğuk savaş vardı. Türkiye, Sovyetler’in güneyini kuşatan ileri karakoldu. Bu açıdan bırakalım sınırların değişmesini, Türkiye’deki iç siyasi değişime, yani demokratikleşmeye tahammülü olmayan bir NATO ve ABD vardı. Zaten bu nedenle Türkiye’de devrimci demokratik hareket ve Kürt Özgülük Hareketi gelişince “bizim çocuklar” dedikleri generallere askeri darbe yaptırdılar. Bu açıdan mücadelemiz geliştiğinde karşısında hemen NATO’yu buldu. NATO, hareketimizi tehlikeli görüyordu. Nitekim Türkiye’de Kürdistan’la ilgilenen ABD Adana Konsolosluğu, 1978’de Ortadoğu CİA merkezi olan Tahran Elçiliğine gönderdiği raporda PKK’nin (Apocuların) çok tehlikeli bir örgüt olduğunu vurgulamıştır. Sovyetler’in güneyinde NATO’nun ileri karakolu olan Türkiye’nin çökmemesi için askeri darbe yaptırılmıştır.
Özgürlük Hareketimiz 15 Ağustos 1984’te gerilla hamlesi başlatınca ilk tutum alan da NATO olmuştur. Gerillayı bastırması için Türkiye’ye tam destek vermiştir. PKK’nin terörist ilan edilerek Türkiye’nin saldırılarını meşrulaştıran NATO olmuştur. Öyle ki; Olof Palme cinayeti, NATO gladyosunun işlediği bir cinayet olmasına rağmen hemen PKK’nin üzerine yıkılarak PKK’nin tasfiyesine daha fazla meşruiyet kazandırılmak istenmiştir. Çünkü soğuk savaşın keskinleştiği ve sonuca götürülmek istendiği bir dönemde NATO içinde Olof Palme’ye karşı ciddi bir rahatsızlık vardı. Hem Palme’den kurtuldular hem de bu cinayeti PKK’nin üzerine yıkarak PKK’den kurtulmayı hedeflediler.
NATO, kapitalist emperyalist güçlerin çıkarını koruyan bir askeri örgüttür. Bunun için halklar ve toplumlar bu çıkarlar için kurban edilmektedir. Türkiye NATO üyesi olduğu için ABD ve Avrupa, Türkiye’nin Kürt soykırım politikası ve uygulamasına göz yummakta ve destek vermektedir. Soğuk savaş sona ermesine rağmen NATO’nun Türkiye’ye desteği sürmektedir. Türkiye şimdi Rusya gibi ülkelere karşı kullanılmak istendiği gibi Ortadoğu’daki devrimci demokratik güçlere karşı da kullanılmaktadır. Her ne kadar El Kaide ve DAİŞ gibi örgütlerin hedef alındığı söylense de DAİŞ’e karşı en büyük savaşı veren Rojava Devrimi ve PKK’ye karşı Türk devletinin desteklenmesi NATO’nun nasıl bir oluşum olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bu gerçeklik dikkate alındığında özgürlük hareketimizin mücadelesi dolaylı olarak NATO’nun kirli çıkarları ve planlarına karşı da mücadele olmaktadır. NATO, hala PKK’yi terör listesinde tutarak Türk devletinin soykırım savaşının destekçisi ve parçası durumundadır. NATO’nun terörizme karşı demokrasi ve özgürlüklerin savunucusu gibi bir söylemde bulunması demagojidir, gerçek karakterini gizlemeye yöneliktir. Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlüklerin düşmanı Türk devletidir. Bu devletin destekleyicisi de ABD, Avrupa ve askeri gücü olan NATO’dur. Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlüğün öncüsü ise PKK ve Kürtlerdir. Rêber Apo’nun kadın özgürlükçü demokratik ekolojik toplum paradigması Ortadoğu’da demokrasinin gelişmesinin anahtarı olmuştur. Kürtler demokratik karakteriyle Ortadoğu’nun demokratikleşmesinin öncüsü konumundadır. Ortadoğu’da demokrasi vahası Rojava’dır. Ancak buraya saldıran ise ABD’nin izni ve desteğiyle NATO üyesi Türkiye’dir. Sadece kendi ülkesi içinde değil, Ortadoğu’da da demokrasi düşmanlığına öncülük yapan Türkiye’ye karşı mücadele eden PKK’dir. PKK, Ortadoğu demokratikleşmesinin, demokratik devriminin en temel gücüdür. Ancak bu demokrasi gücüne TC, NATO desteğiyle saldırmaktadır. Dolayısıyla NATO, demokrasi ve özgürlük güçlerinin değil, faşist güçlerin yanındadır.