Toplumlar, milliyetçilikle ve ulus devletle kapitalizmin kontrolü altına alınıyorlar

0
166
KEMAL SÖBE
Toplumların-halkların-milletlerin milli duyguları ve milli-ulusal değerleri olsada, birbirlerine normalde düşman değiller ve düşman olmak için, bir sebep yoktur. Toplumlar-uluslar milli değerleriyle kendi toprakları üzerinde yaşarlar. Bu milli-ulusal değerler toprak, dil, kimlik, bayrak, kültür, sanat, ekonomi ve siyaset olarak varlık gösterir. Bu değerler olmadan bir toplum millet olarak görülmez ve yaşayamaz, var olamaz. Tarih toplumların her bakımdan gelişim gösterdikleri bir sınırsız zamandır ve bu zaman içinde, toplumlar çok değer yaratarak var olurlar. Toplumları toplum yapanda bu değerlerdir. Ancak toplumlar, bu değerleri özgür bir şekilde yaşama imkanı bulamamışlardır ve yarattığı çok yönlü değerlere sahip çıkamamışlar, dolayısı ile toplumlarda kendine yabancılaşma yaşanmıştır. Egemenlik ve iktidarlaşma, toplumsal değerlerin aşındırıldığı, yozlaştırıldığı ve alım satım konusu olduğu bir süreci ifade ediyor. Egemenlik ve devlet, toplum üzerinde, toplumsal değerleri kullanarak güç ve sulta oluşturmaktır.
Toplum ve insan, devletin mülkiyeti haline gelmesiyle kendi özüne yabancılaşmayı yaşamış, kendi doğallığından uzaklaşmıştır. Devlet ve iktidar, son birkaç yüz yıldır, sanayileşmenin gelişimiyle, sermaye birikimi temelinde, kendisini modernleştirerek ve vaz geçilmez bir araç olarak gösterip, toplum üzerinde egemenlik kurmaya devam etmiştir.
***
Sermayenin toplum üzerinde egemenlik kurması ulus devlet kurumuyla ve bütün ulusal değerleri politik arguman haline getirerek gerçekleşti. Bu sistemde bütün toplumsal değerler ardına kadar kullanıldı-kullanılıyor ve adeta herşey ulus devletin tapulu malı haline getirildi. Ulus ve birey, kendisini ulus devletin kulu ve kölesi olarak görüyor. Toplum ve birey, devleti kendi tanrısı olarak görüyor ve bu tanrı olmaksızın yaşayamayacağını ve yok olacağını düşüyor. Görüldüğü gibi, sermaye devleti toplumu ve bireyi sanıldığındanda çok derinden etkilemiştir. Sanat, kültür, müzik, spor ve bu gibi kültürel etkinlikler devletin toplum üzerinde denetim kurmak için etkince kullandığı alanlardır. Büyük ve güçlü devlet olmak, büyük ve güçlü millet hatta üstün millet-üstün ırk olunduğu toplumlara empoze ediliyor. Kapitalizmin en bunalımlı dönemlerinde, emperyalist yayılmacılıkla bu kafatasçı zihniyetle toplumlar, milliyetçilik körüklenerek birbirlerine kırdırılmış, düşmanlaştırılmışlardır. Çünkü üstün-millet-ırk, devletin topluma enjekte ettiği bir zehirdir ve bu zehiri almış toplumlar, kendi varlıklarını devletin varlığına bağlarlar ve kendi devletlerini en büyük devlet olarak görürler ve dünyada kendileri dışında başkalarının varlığıyla hiç ilgilenmezler, nereye baksalar kendilerini görürler.
 ***
Ekonomik olarak ezilmek, devletin etkisini yaşayan toplumların umurlarında bile değildir. Kendi kimlikleri, renkleri, dilleri dışında başka halkların diline, kimliğine ve kültürüne tahammülleri yoktur. Dün Bursa’da Amed Spor, Bursa Spor maçında, maçtan önce, stadyumda Amed Sporlu fuçbolculara, saldırıların olması devletin topluma enjekte ettiği zehirle oluyor ve bu zehrin korkunç boyutlarını gösteriyor. Türkiye’de ırkçı gürüha bakıldığında devletin vahşi dişlerini ve yüzünü görüyoruz. Bu ırkçı gürüh kesim devletin yüzünü yansıtıyor. Mideleri aç, faturalarını ödeyemiyorlar, depremde ülke ağır bir sarsıntı yaşamasına rağmen, hala rejimin kolluk kuvvetleri gibi hareket eden bir gürüh kesim var. Dünyada milliyetçiliğin, bir devlet rejimi haline getirilerek, en korkunç bir şekilde kullanıldığı ülkeTürkiye’dir. Kendi varlığını devletin varlığında görenler özgür olamazlar. Devleti yaşamak demek sermayenin modern kölesi olmak demektir. Dünya artık çok büyük bir şehir haline geldi ve bu çok büyük şehirde, ülkeler birer mahalle oldular. Bu dünyada demokratik ulus kültürünü özümsemeden, farklılıkları kabul etmeden, saygı kültürünü geliştirmeden barış içinde özgürce yaşamak mümkün değildir.
***
Demokratik toplumlar ve bireyler, devletin aslından toplumsal değerlerin-emeğin gasp edildiği bir alan olduğu bilinciyle hareket edip, kendi yaşamlarında, devletin varlığına yer vermezler. Bir insanın değeri, aslında başkasına verdiği değerle ölçülür. Bir insan, kendisine ne kadar değer veriyorsa başkasınada o denli değer verir, vermesi gerekir. Yada bir insanın, başkasına verdiği değer, aslında kendisine verdiği değerdir. İnsan, başkasını sevdiği ve başkasına değer verdiği ölçüde insandır ve sevgi doludur. Bu husus, toplumlar içinde geçerli olmaktadır. Demokratik modernite dediğimiz kültür, aslında insanlığın sevgi-saygı kültürüdür. Burada ben yoktur, biz vardır ve bütün ulusların demokratik kültürü ve varlığı vardır. Bir evde kardeşler nasılki kendi adları ve kimlikleriyle bir arada kardeşçe yaşıyorlarsa ve birbirlerine her türlü desteği veriyorlarsa, dünyayıda bir insanlık ailesi evi olarak görürsek, pekala her ulusun kendi adıyla ve kimliğiyle kardeşçe yaşama imkanı vardır. Yeterki binlerce yıllık egemenlikli zihniyetten ve onun son üç yüz yıllık oluşumu ve son versiyonu olan ulus devletten kurtulalım ve bu egemenlik aracını hayatımızdan
çıkaralım.
***
 Unutmayalım, devlete ihtiyaç duyulduğu sürece özgür olunmaz ve kardeşlik gelişmez. Sınırlar, sınıflar, savaşlar, sömürü devletlerin ve egemenlerin beslendiği bataklıklardır. Bu bataklıkta insanlık ve özgürlük yoktur. Bu bataklıkta kendine yabancılaşma, kirlenme, yozlaşma ve insanlıktan çıkma vardır. Bunun için, doğru olan, insan sevgisine sahip olmak ve hümanize olmuş bir toplum ve yaşam kurmak olmazsa olmazdır. Çünkü sevginin bittiği yerde kötülükler hayatı bitirdi. İnsan sevgisi, doğa sevgisi aslında doğal demokratik insan ve toplum kültürüdür. Doğal insanda-toplumda kötülük ve kurnazlık yoktur ve insanı-sevgiyi esas alır. Doğal insan-toplum maddiyatı-malı ve mülkü bir yaşam aracı ve imkanı olarak görür. Doğal toplumda, maddiyat alınmaz-satılmaz, insanlar arasında maddiyata ve menfaata dayalı ilişkiler yoktur, dolayısı ile birbirini ezme ve sömürme yoktur.
***
Doğal komünal toplumda insan insan için yaşıyor ve insan insanın varlığı ve mutluluğu için gerekirse ölür. Çünkü doğal komünal toplumda insan en büyük değerdir. Ve bu doğallıkta aslında bütün canlılar ve doğa çok değerlidir. Kendi değerini kazanmış insan, herşeyin değerini ve kıymetini bilir. Kapitalizm insanda insani bir değer bırakmadıki, insan hem kendisine hemde diğer canlılara ve doğaya değer versin. İnsan önce kendisini kazanacak. İnsan kendisini kazandıkça, bütün canlılara ve doğayada gereken önemi verecektir. Çünkü insan kendisini kaybettikçe bütün değerleri tanımaz oldu ve herşeye maddiyatçı zihniyetle yaklaştı, her şeyi pazarlık konusu yaptı ve herşeyin merkezine sadece parayı ve mülkiyeti koydu. Böyle oluncada, insan ve toplum maddiyat karşısında küçüldü, yok oldu, pazarlık ve alım-satım konusu oldu, adeta mülkleşti. Bu açından, insan önce kendisini yeniden keşfedecek, kazanacak…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here