Türkiye’de AKP-MHP faşizminden kurtulmanın başta Kürtler olmak üzere tüm halkları, gençleri, emekçileri alabildiğine rahatlatacağını kaydeden Andok, “Hepimize toptan saldıran bir güçle karşı karşıyayız. Birçok farklılık söz konusu olmasına rağmen önemli bir birleşme de açığa çıktı. Bu bir araya gelişlerin tümü bu AKP-MHP faşizmden kurtulmak içindir. Mademki bir araya gelindi, mademki bazı ittifaklarda azami düzeyde, bazılarında asgari düzeyde bir araya gelme imkanı oluştu, o halde seçime kadarki süreci en iyi şekilde değerlendirmek, özellikle seçim günü demokratik tutumu sergilemeyi başarmak, AKP MHP ittifakının, Erdoğan-Bahçeli ikilisinin iktidara yapışıp kalma niyetine karşı da, onları iktidardan düşürecek bir tutumun sahibi olmak herkesten beklenendir” dedi.
Birlik olunması halinde mevcut faşist rejimden kurtulamanın mümkün olduğunu belirten Andok, “Türkiye’nin gerçek enerjisi, Türkiye’nin gerçek rengi o zaman açığa çıkacaktır. Yani Türkiye böyle olmamalı, Anadolu böyle olmamalı. Halklar bahçesi olan bir ülke, şu anda halkların mezarlığı haline gelmiş durumda ve yeni mezarlar eklenmek isteniyor. Ermenilere, Asuri-Süryanilere, Rumlara, fiziki soykırımla yok edilenlere, yanı sıra Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Araplar ve benzeri gibi kültürel soykırımla yok edilenlere ve mezara gömülenlere bu kez Kürtler ve Aleviler de eklenmek isteniyor. Dolayısıyla buna karşı bir mücadele vardır. Bu mücadelenin başarıya ulaşmasında 14 Mayıs seçimleri oldukça önemlidir. O halde herkes el birliği ederek, herkes güçlerini birleştirerek, devrimci demokratik tutumunda ısrar ederek, AKP-MHP faşizmini tarihin çöplüğüne atmalıdır” ifadelerini kullandı.
Xebat Andok’un ANF’ye yaptığı değerlendirmeler şöyle:
Öncelikle yurtsever halkımızı, tüm kadınları, gençleri, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Mücadele yürüten herkese başarılar diliyoruz.
ÖNDER APO VE PKK ÜZERİNDEN ÇOK ÇİRKİN BİR PROPAGANDA YAPILIYOR
Bu seçim sürecinde Önderlik üzerinde tecridin daha da ağırlaştığından bahsedildi ama aslında tecrit şimdi ağırlaştırılmış değil, yeni ağırlaştırılmış bir durum söz konusu değil. Önderliğimizden 26 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor. Bu, aslında tecridin ne kadar mutlaklaştırıldığını her yönüyle gösteriyor. Bu 26 ayın dışında da zaten bir bütün İmralı işkence sistemi, bir uluslararası komplocuların sistemi olması nedeniyle ve soykırımcı rejimin sistemi olması nedeniyle tepeden tırnağa zaten bir tecrit sistemi, soykırım politikaları kapsamında geliştirilmiş olan bir sistem. Dolayısıyla yeni bir durum değil. Ama bu seçim sürecinin yaklaşmasıyla birlikte Önderliğimiz üzerindeki tecrit 26 aydır sürdürüldüğü gibi devam ettiriliyor. Tabii bu kapsamda Önder Apo üzerinde de epeyce tartışma yürütülüyor. Çok ahlaksızca tartışmalar yürütülüyor. Kuşkusuz herkesin Önder Apo’yu algılaması farklıdır. Kürt halkının algısı farklı, AKP-MHP faşizminin, soykırımcı rejimin algısı farklı. Sistem içi muhalefet diye tanımlayabileceğimiz Millet İttifakı’nın algısı da biraz farklı. Herkes Önder Apo’dan bahsediyor. Önder Apo’nun avukatları da zaten açıklama yaptı. Önderliğimizin hiçbir şekilde araçsallaştırılamayacağına ilişkin açıklamalarda bulundular. Yerinde açıklamalardır. Ama en nihayetinde soykırımcı rejim, sistem içi muhalefet bu noktada alabildiğine işliyor. Kendi politikaları temelinde işliyor. Birbirlerine Önder Apo üzerinden, PKK üzerinden, Kürt halkı üzerinden alabildiğine yükleniyorlar. Bu yönüyle aslında çok çirkin, çok seviyesiz bir propaganda yapmaya çalışıyorlar, yaptıklarını düşünüyorlar.
AKP-MHP’nin temsil ettiği soykırımcı rejimin Önder Apo algısı şudur: Mutlak surette sesi kesilmelidir, etkisizleştirilmelidir. Uluslararası komplocuların amaçları çerçevesinde etkisizleştirilerek Kürt halkının soykırımdan geçirilmesinin önündeki engeller bu yönüyle tümden kaldırılmalıdır. Önder Apo’nun ne kadar büyük gelişmeler yarattığını çok iyi bilen bir güçtür AKP-MHP iktidarı. Çünkü Önder Apo ’99’da İmralı sistemine alındı. AKP 2002’den beri Türkiye’de iktidardır. 21 yıldır iktidardır. Birkaç yılın dışında Önder Apo üzerindeki İmralı işkence sistemi AKP döneminde gerçekleşti. Dolayısıyla Erdoğan-Bahçeli ikilisi, Önder Apo’nun kim olduğunu, nasıl büyük gelişmeler yarattığını, halklar açısından, kadınlar açısından, gençler açısından bir bütün, ezilenler açısından aslında ne kadar büyük etkiler yaratabileceğini çok iyi bildiğinden ve Önder Apo zaten bu direnişçi duruşunu her zaman sürdürdüğünden, en gelen anlamıyla da Önder Apo’nun en ufak bir cümlesinden, bir kelimesinden alabildiğine ürktükleri için şu anda mutlak bir tecridi uyguluyorlar. Önder Apo’nun sözleriyle, Önder Apo’nun selamıyla, başta Kürt halkı ve kadınlar olmak üzere herkesin nasıl aydınlanacağını, herkesin nasıl büyük bir coşku ve heyecan seline kapılarak faşizme karşı en güçlü direnişi sergileyeceklerini çok iyi bildiklerinden Önderlik üzerinde mutlak tecridi sürdürüyorlar. Bu anlaşılırdır. Bundan sonra da bu çirkin saldırılarını sürdürecekleri anlaşılıyor.
MİLLET İTTİFAKI’NIN ÖNDER APO ALGISI CAHİLCEDİR
Önder Apo algısı en cahilce olan kesim, Millet İttifakı’dır. Dediğimiz gibi AKP- MHP biraz işi biliyor yani. Çünkü Önder Apo tasfiye edilmek üzere oraya konuldu. Ama Önder Apo geçmiştekinden kat be kat daha güçlü bir önderlik haline geldi İmralı sürecinde. PKK’ye altı ay ömür biçildi; Uluslararası Komplo sonrası PKK geçmişe göre katbekat daha güçlü hale geldi. Önder Apo’nun paradigması, felsefesi dünyanın her tarafında bütün ezilenler tarafından kurtuluşun yolu olarak görüldü, umut olarak görüldü. Dolayısıyla en genel anlamda Önder Apo’nun o özgürlük ruhu, sürekli üreten, sürekli kendisini yenileyen, en zor anda bile en büyük çıkışı yapabilen duruşunu AKP-MHP çok iyi bildiğinden mutlak tecridi uyguluyor. Bu yönüyle Önderliği tanıyorlar tabii. Ama Önderliği tanımıyormuş gibi görünen, belki de tanımayan, Önderliği alabildiğine böyle araçsallaştıran, Önderliğimizin bu direnişçi, devrimci duruşunu görmezden gelen AKP-MHP faşizmine karşı en büyük direnişi göstermiş olma hakikatini görmezden gelen, Millet İttifakı denilen çevredir. Böyle büyük bir seviyesizlikle, Önderliğin farklı tutum alabileceği şeklinde hep gündemi değiştirmek istiyorlar. Halbuki Önderliğimiz İmralı işkence sistemindedir. Tabutluk sistemine alınmıştır. Hegemonik güçler bunu yapmıştır, soykırımcı rejim bunu uyguluyor ve bu soykırımcı rejimin mevcut olan yönetimi de AKP-MHP’dir. AKP-MHP, 25 yıldır, -bir bütün, yani kendinden önceki dönemle birlikte 25 yıldır- Önder Apo’ya yönelik işkence uyguluyor. Dolayısıyla bunların hiçbirisi yokmuş gibi Önderliği böyle bir tür araçsallaştırma yaklaşımına giriyorlar. Bahsettiğimiz seviyesizlik budur.
Önemli olan halkımızın, kadınların, ezilenlerin Önderliğe nasıl yaklaştığıdır. Onlar Önderliği etkisizleştirmek üzere oraya aldılar. Halkla bağını koparmak, tasfiye etmek üzere oraya aldılar. Ama Önder Apo kendisini yeniden doğurdu adeta, yeniledi. Yeniledikçe daha fazla farklılaştı; daha fazla kadınlara hitap eden, kadınları anlayabilen, kadınların örgütlenmesine, kadınların kadın olarak varoluş sorunlarını çözmesine daha fazla katkı sunan bir Önderlik haline geldi. Bütün sistem karşıtı hareketler için, bütün sistem karşıtı güçler için takip edilmesi gereken, esas alınması gereken bir Önderlik haline geldi. Ve en genel anlamıyla da bir Kürt Halk Önderi olmanın ötesinde gittikçe halklar önderi, bir insanlık önderi haline geldi. Mevcut pozisyonunu alabildiğine koruyor. Dolayısıyla bizim açımızdan da önemli olan budur. Zaten seçim meydanlarına bakıldığı zaman halkımızın da Önderliğimizi aslında seçimin ötesinde, çok farklı bir kulvarda, çok farklı bir düzlemde aldığı çok rahatlıkla görülebiliyor. Her zaman Önder Apo ile oldu bu halk, Önder Apo ile kaynaştı. Aslında birleşti. Birde çokluk temsilini buldu. Kadınlar, gençler, bütün ezilenler Önderliğimizde temsilini buldu. Bunu da bu seçim sürecinde her yönüyle görüyoruz. Bijî Serok Apo, Bi Can Bi Xwîn Em Bi Tere ne Ey Serok sloganları her tarafta, bütün meydanlarda yankılanıyor. Bu da Önderliğimizin başta Kürt halkı olmak üzere tüm ezilenler tarafından, kadınlar tarafından çok iyi anlaşıldığını, onun direnişçi çizgisinin, özgürlükçü ruhunun esas alındığını ve bu noktadan zerre kadar geri adım atılmadığını her yönüyle gösteriyor. Bu da mevcut soykırımcı rejime ve o rejimi restore etmeye çalışan bu sistem içi muhalefete de önemli ölçüde dert oluyor.
AKP-MHP İTTİFAKI BAŞTAN AŞAĞI KÜRT SOYKIRIMI ÜZERİNE KURULU
Türkiye uzunca bir süredir bir değişim sürecine girmiş durumda. Bu yeni bir durum değil. Bu sadece seçimle bağlantılı bir durum da değil. Aslında sadece Türkiye’de değil bir bütün Ortadoğu ve Kurdistan bir değişim sürecindedir; çünkü Üçüncü Dünya Savaşı koşullarındayız. Bu, seçimin dışında bir durumdur. Dikkat edilirse, daha önceki pek çok programda partimizin yönetimi, hep bir değişim sürecine girildiğini söyledi. Üçüncü Dünya Savaşı sürecinde olma gerçekliğimiz bunu böyle anlamamızı zorunlu kılıyor. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da bir dizayn gerçekleşti. İçinde bulunduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı’ndan sonra da bir dizayn gerçekleşecektir. Bu kaçınılmazdır. Zaten savaşlar esas olarak bu temelde gerçekleştiriliyor. Şimdi bu savaşın tarafları var, hegemonik güçler var, bölgesel güçler var. Kürt ihaneti var ve bir de Kürt özgürlük eğilimini temsil eden ve giderek kendisini bölgesel düzlemde bir özgürlük eğilimine dönüştüren bir PKK, Önder Apo gerçekliği var. Ve bu savaş uzunca bir süredir sürüyor ve önemli bir eşiğe gelmiş durumda. İşte bu 14 Mayıs seçimleri, tam da bu bahsettiğimiz Üçüncü Dünya savaşı koşullarında, onun çok önemli bir aşamasında gerçekleşiyor. Bundan dolayı oldukça önemlidir. Bu savaş koşullarını, bu konjonktürü Türkiye, AKP-MHP şahsında Kürt soykırımını tümden başarmak üzere değerlendirmek istedi. Bu yönüyle seçim sürecinde halktan tekrardan kendisini onaylamasını, halkın kendisini seçmesini ve mevcut politikalarını yürüteceğini belirtiyor. Aslında bu bir başarısızlığın da itirafı oluyor. Çünkü AKP, daha 2017’lerde ‘artık bu bahar PKK’nin adını artık kimse duymayacak’ demeye başladı. 2015’ten günümüze kadarki süreçte AKP-MHP ittifakı, tepeden tırnağa Kürt soykırımı üzerine kurulmuş olan bir ittifaktır. Başkanlık sisteminin getirilmesinin nedeni de budur. Erdoğan’da uzlaşılmasının nedeni de budur. Ve 2015’ten itibaren gerçekleştirilen saldırıların, yürütülen savaşın amacı da zaten budur. Bu hep ertelendi çünkü sonuçsuz kaldı. Bu, hiçbir zaman saldırıların azlığından kaynaklı olmadı. Çünkü Hulusi Akar’ın kendisi bile söyledi; “Cumhuriyet tarihimizin en büyük operasyonlarını, en büyük saldırılarını yapıyoruz” dedi.
SEÇİM SAVAŞIN BİR PARÇASI, BİR AŞAMASI
Her defasında bunu dile getiriyorlar. Bunu günlük, anlık olarak da zaten söylüyorlar. Hatta şu seçim propagandasını bile tamamen bunun üzerine kurmuş durumdalar. Yani bu yönüyle de aslında güya bir seçimine gidiyoruz gibi görünüyor ama aslında seçimin ne kadar savaş kapsamında olduğunu gösteren bir propagandaya da tanık oluyoruz. Evet seçim, mevcut olan savaşın bir parçası, bir aşaması gibi bir şey. Dolayısıyla bahsettiğimiz savaşta Kürt Özgürlük Hareketimizin, Özgürlük Gerillasının, Önder Apo’nun direnişi sonuç almalarını engelledi. Dolayısıyla onları başarısız kıldı. En azından 2022 yılında bunu tümden bitirmeyi ve 2023 yılına, yani Cumhuriyetin güya 100’üncü yılına Kürt soykırımını tamamlamış, öncesinde PKK’yi tasfiye etmiş, onun da öncesinde Kürt Özgürlük Gerillasını ezmiş olan bir iktidar olarak bu yıla girmek istiyordu. Özellikle Başûrê Kurdistan’a, Medya Savunma Alanları’na, Rojava Kurdistanı’na, Bakurê Kurdistan’a yönelik bütün saldırıların amacı buydu. Topyekun saldırıların temelinde bu yatıyordu. Dolayısıyla hala seçimde yeniden seçilmek için onay istemeleri aslında yürütmüş oldukları bu soykırım savaşında ne kadar başarısız olduklarını gösteriyor. Bu, kendi cephelerinde bu konjonktürde gerçekleştirmek istedikleri bir şey. Amaçladılar, başaramadılar. Seçimlerde tekrar kazanarak, 2015’ten bu yana yürütmüş oldukları soykırımları güya sonuca götürme onayını halktan istiyorlar. Bunların cephesinden gerçekleşen bu. Millet İttifakı’nı temsil eden güçler açısından da şöyle bir gerçeklik var. Onlar da 3. Dünya Savaşı koşullarını, bölgenin eskisi gibi olamayacağını biliyorlar ve savaş koşulları içerisinde Türkiye’yi kendileri yönetmek istiyor. Çünkü Türkiye’nin mevcut yönetim tarzının Türkiye’yi uluslararası alanda tecrit ettiğini, toplumu alabildiğince ayrıştırdığını, savaş politikalarının halkı getirmiş olduğu aşamayı görüyorlar. Bunu da bir propaganda malzemesine dönüştürerek, aslında iktidar mücadelesinde AKP-MHP ittifakının yaşamış olduğu zorlanmaların yarattığı rüzgarı da arkalarına alarak iktidar olmak istiyorlar. Klasik, bildik bir iktidar mücadelesi, sistem içi güç mücadelesidir. Bunun içinden Türkiye’yi yönetmek isteyen bir güç olarak öne çıkmak istiyor. AKP- MHP’ye göre kendince biraz daha Batı’yla uyumlu, biraz daha mevcut durumu restore etme gibi bir yaklaşım içerisinde. Bunlar sistemin iki ittifak gücünün temel yaklaşımı. 3. Dünya Savaşı koşullarını bu şekilde değerlendirmek istiyorlar. Bizim açımızdan, halklar açısından, Kürt Özgürlük Hareketi açısından da 3. Dünya Savaşı koşulları hem büyük özgürlük imkanları sunuyor, aynı zamanda büyük tehlikeleri de barındırıyor.
AKP-MHP ŞAHSINDA YÜZ YILLIK SAVAŞ POLİTİKALARI YENİLECEK
Bunlar da yeni tespitler değil. Bu 14 Mayıs seçimleri için de geçerli. İşte 14 Mayıs seçimlerini, süren 3. Dünya Savaşı kapsamında değerlendirdiğimizde, nasıl ki 3. Dünya Savaşı büyük imkanlar kadar büyük tehlikeleri barındırıyorsa, 14 Mayıs seçimleri de sonuçları itibarıyla böyle bir gerçekliğe sahiptir. Tabii amacımız başarılı olmaktır. Yani Kürtler, bu savaşı varlık ve özgürlük sorunlarını çözmek üzere veriyor. Ortadoğu’da demokratik devrimin gerçekleşmesi için veriyorlar, Türkiye’de de aynı şeyin gerçekleşmesi için veriyorlar. Bir bütün olarak demokratik modernite güçlerinin kapitalist moderniteye karşı dünya düzeyinde daha etkili, daha başarılı olması için bu savaşı büyük bedeller pahasına veriyoruz. Dolayısıyla bu seçimleri de bu kapsamda değerlendiriyoruz. O açıdan bu seçimler, Türkiye’de gerçekleştirmek istediğimiz demokratik devrim açısından, yine bölge düzleminde yapacağı etkiler açısından AKP-MHP faşizminin gitmesi, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın amaçlarına ulaşmayı sağlayacak bir sonuç elde etmesi, büyük değişimler yaratacaktır.
14 Mayıs seçimlerinde Emek ve Özgürlük İttifakı’nın başarıya ulaşması, demokratik devrim düzeyinde büyük değişiklikler yaratacaktır. Çünkü karşısında mücadele ettiği güçler, AKP-MHP faşizminin temsil ettiği güçlerdir. Onların şahsında Uluslararası Komployu başarıya ulaştırmak isteyen kapitalist modernitenin hegomonik güçleridir. Yenilen sadece AKP-MHP faşizmi olmayacaktır. AKP-MHP faşizmi şahsında yüz yıllık soykırım politikaları yenilmiş olacaktır. Çünkü yüz yıllık birikim, AKP-MHP faşizminin şahsında Kürt halkına karşı kusuldu. Hem de akla gelmeyecek her türden şey yapıldı ve buna karşı büyük direnildi. Şimdi 14 Mayıs seçimleriyle AKP-MHP faşizminin iktidardan düşürülmesi AKP-MHP şahsında bir bütün yüz yıllık soykırımcı politikaların yenilgisi anlamına gelecektir. Türkiye Cumhuriyeti kaçınılmaz bir biçimde değişimle karşı karşıya gelecektir. Çünkü mevcut olanla olmuyor. Karşısında bir irade çıkmıştır. Dolayısıyla tabii ki sistem içi güçler bunu bir restorasyon temelinde yapmak isteyecektir ama Emek ve Özgürlük Güçleri de bunu demokratik devrim temelinde olmasını sağlamaya çalışacaktır. Yanı sıra Kürt soykırımı için PKK’nin tasfiyesini, Önder Apo’nun etkisizleştirilmesini isteyen ve bunun için Önder Apo’yu İmralı işkence sistemine almış olan küresel kapitalist güçler de önemli ölçüde AKP-MHP şahsında yenilecektir. Kuşkusuz onlar yeni politikalar üreteceklerdir ama en azından AKP-MHP üzerinden yapmak istedikleri boşa düştüğünden bu anlamda onlar boşa düşmüş, politikaları da boşa çıkarılmış olacaktır. Yanı sıra AKP-MHP faşizmine, Devlet Bahçeli’ye, her türden işbirliğini yapan, onunla birlikte planlama yapan, onunla birlikte kalkıp oturan, Kürt ihaneti olarak tanımlamış olduğumuz KDP büyük bir yenilgiye uğrayacaktır. Zaten KDP’nin bu tasfiye konseptinde Emek ve Özgürlük Güçleri’nin yenilmesi, Kürt soykırımının gerçekleşmesi için ne büyük bir çaba içerisine girdiğini her yönüyle gösteriyor. Mevcut durumda da Hizbul-Kontra ile birlikte hareket ediyor. Bakurê Kurdistan’da on binlerce insanımızın katledilmesine neden olan ve bir JİTEM ürünü, bir Gladyo ürünü olan Hizbul-Kontra’nın şu anda ortağı halindedir. Hizbul-Kontra’nın başının kaç defa Mesut Barzani ile görüştüğü biliniyor. Mesut Barzani üzerinden Kuzey’deki aşiretlerin bazılarının desteğini almaya çalışıyor. Kısacası orada da çok kirli bir ittifak söz konusudur. Onlar da amaçlarını birleştirmiş durumdadırlar. Dolayısıyla seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kazanması demek, Kürt ihanetinin, KDP’nin ve esas olarak da Barzani hanedanlığının ve Hizbul-Kontra’nın da kaybetmesi anlamına gelecektir. Bu yönüyle Emek ve Özgürlük Güçleri’nin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin vermiş olduğu büyük özgürlük ve demokrasi mücadelesi meyvelerini verecektir.
Kuşkusuz Erdoğan’ın kaybetmesi, AKP-MHP faşizminin kaybetmesi her şeyin çözüleceği anlamına gelmez. Diyelim restorasyoncu güçler kazandı; bu da sorunların çözüleceği anlamına gelmez. Yeni bir mücadele sürecine girilir. Bu kaçınılmazdır. Mevcut mücadelemiz zaten sürer. Varlık ve özgürlük sorunları çözülünceye kadar, toplumda eşitlik, özgürlük, demokrasi, adalet ilkeleri oturuncaya kadar -ki bu çok uzun erimli bir iştir-, toplumda egemenlikçilik, cinsiyetçilik, her türden egemen yaklaşım aşılıncaya kadar mücadele sürecektir. Ama en azından tonunun, biçiminin, yol ve yöntemlerinin değişeceği görülüyor. Yani seçimlerde Emek ve Özgürlük Güçleri’nin elde edeceği başarıyla AKP-MHP ittifakının yenilgisiyle yeni bir mücadele sürecine girileceği görülüyor.
Günümüzde AKP diye bir partinin ne kadar var olduğu tartışılıyor. Evet, çıkarken bir partiydi; bir proje partisiydi. Başta ABD olmak üzere hegemonik güçlerin, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında esas olarak da Kürt soykırımını başarmak, Ortadoğu’ya ılımlı İslam’ı yerleştirmek ve Türkiye’de o dönem küresel güçlerin çatıştığı ordunun etkisini azaltmak üzere oluşturdukları bir proje partisiydi. Bunu herkes biliyor. Bunun böyle gizlenecek, saklanacak bir durumu yoktur. Zaten Erdoğan da kendisini BOP’un eşbaşkanı olarak ilan etmişti. Bunlar biliniyor. O dönem bir partiydi ama şu anda Bahçeli ile birlikte tek adam şeklinde yönetilen, sadece Türkiye değildir, AKP de öyle yönetiliyor. AKP’de de Erdoğan’dan başka kimse yoktur yani. O diğerleri birer figürandır. Onun dışında her şeyin belirleyeni Erdoğan’dır. Bu yönüyle bir parti kimliğini çoktan yitirdiğinden rahatlıkla bahsedebiliriz. Hitler de seçimle başa gelmişti. Ama yaptıkları hiçbir şey meşru değildi. Erdoğan da güya seçimle geldi. Bahsettiğimiz proje olması, uluslararası güçlerin desteklemesi, içte de herkesi kandıran yaklaşımı, Fethullahçılarla yapmış olduğu işbirliği vs.; bunların toplamıyla en nihayetinde seçimle işbaşına geldi ama yaptığı hiçbir şey de meşru değildir. Nasıl bir ülke yarattığı ortadadır. Şu anda temel düşmanı Kürt halkıydı, Kürt soykırımını başarmak üzere görevlendirilmişti; MHP ile hatta Ergenekoncularla önemli ölçüde birliktelik kurarak, 2015’ten beri de başarmak üzere elinden gelen her şeyi yapıyor. Ama bunun bedeli kendisi açısından, Türkiye açısından çok ağır oldu aslında. Kürt’e böyle yaklaşan bir kafa, giderek herkese de öyle yaklaştı. Dolayısıyla artık sadece Kürtler onun gözünde terörist değil; kendisi gibi düşünmeyen herkes haindir, düşmandır. Yıllarca birlikte çalışan, bakanlık yapan birçok kişiye şu anda hain diyor. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisini eleştiren, kendince kendisinin yapmış olduğu çok güzel şeyleri görmeyen, eleştiren herkese vatan haini diyor. Söylemini tamamen bunun üzerine kurmuş durumda. Zaten genelde Devlet Bahçeli’nin kafasıyla hareket ediyor. Böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
MHP TEPEDEN TIRNAĞA BİR GLADYO PARTİSİDİR
Aslında görünürde bir Erdoğan figürü daha fazla önde ama kafa yapısını, zihniyeti daha çok Bahçeli’nin belirlediğini görüyoruz. En azından şöyle; Erdoğan, Bahçeli çizgisine geldi. Yani faşist bir çizgiye geldi. Aslında yeni bir durum da değil. Ve sadece bununla kaynaklı bir durum da değil. Erdoğan’ın temsil ettiği bir ittifak var. Zaten şu anda Cumhur İttifakı denilen ittifakın partilerine bakıldığı zaman nasıl bir ittifak olduklarını insan çok rahatlıkla görebiliyor. Önderliğimizin çok güzel kavramlaştırdığı “milli Gladyo” tanımı var. Aslında tümden NATO’nun tümden örgütlemiş olduğu Gladyo’nun temsilini yapan bir MHP var Erdoğan ile birlikte. Aşamaları vardır. Örneğin Amerika’da eğitim gören ilk 16 kişiden biri Alparslan Türkeş’tir. Ve Türkeş’e bu parti kurdurtuldu. Kısacası şunu söylemek istiyorum; MHP tepeden tırnağa bir Gladyo partisidir. Normal bir parti değildir. Bütün üyeleri, bütün yöneticileri bir Gladyo örgütlemesidir. Dolayısıyla Önderliğimizin tabiriyle “Milli Gladyocu” diyebileceğimiz MHP, şu anda AKP’nin zihniyetini ve pratiğini oluşturan bir güçtür, ittifak ortağıdır. Yanı sıra özellikle 90’lı yıllarla birlikte bize karşı olan savaşta gittikçe biraz daha farklılaşan, kendisine Ergenekoncu diyen, daha çok orduda temsilini bulan bir kesim vardır; Önderliğimiz bunlara da “özerk Gladyo” olarak tanımladı. Yani kendisini giderek hegemonik güçlerden, NATO’dan gittikçe özerkleştirme eğiliminde olan Gladyo. Öncesinde kimin Gladyocu olduğu biraz belirsizdi, biraz gizliydi. Hatta 75’li yıllara kadar Türkiye’yi yönetenler kendi içlerinde bir Gladyo örgütlenmesi olduğunu bile bilmezlermiş. Yani Kıbrıs savaşı sürecinden sonra Amerika bunların maaşını kesince, Ecevit’ten para isteyince, Ecevit fark ediyor ki bir Gladyo örgütlenmesi var. Yani şunu söylemek istiyorum. Geçmişte biraz gizli olan Gladyo, aslında “özerk Gladyo” döneminde, yani 90’lardan sonra gittikçe devletin yöneticileri tarafından temsil edilen bir Gladyo’ya dönüştü. Örneğin, Çiller, Ağar vb… özerk Gladyo’yu temsil eden kişiler, aslında Gladyo’ya bir aşama katettiler. Bunlar şu an AKP’nin, yani Erdoğan’ın ortağıdır.
DEVLETİN KENDİSİ BİR GLADYO’YA DÖNÜŞMÜŞ
Bir üçüncüsü de; özellikle Erdoğan’ın iktidara getirilmesinden sonra bu defa Erdoğan’ın devletleşme eğilimiyle kendisinin gerçekleştirmiş olduğu bir Gladyo örgütlenmesi var. Buna da “özel Gladyo” diyor Önderlik. Şunu söylemek istiyorum; millisiyle, özerkiyle, özeliyle bütün Gladyo örgütlenmesi, şu anda devlet halinde kendisini topluma gösteriyor. Bu yönüyle geçmiştekinden farklı olarak kendisini gizlemeye çalışan, gizlemek zorunda hisseden bir Gladyo yok. Devletin kendisi bir Gladyo durumuna dönüşmüş. Derin devlet diye bir tabir artık çok yersiz bir tabir durumunda. Devletin kendisi derin devlet haline gelmiştir. Gladyo devlet içerisinde gizli bir birim olmaktan çıkmış, devletin kendisi bir Gladyo devleti haline gelmiştir. Erdoğan da bütün Gladyocuların bileşkesi, ittifak sentezi halinde güya devleti yönetmeye çalışıyor. Tabii bu Gladyocular her şeyi belirlediği için yanlarına bu kez Hizbul-Kontrayı alıyorlar. Onlar da aslında onların basit bir aparatı. Hizbul-Kontranın kafasında kendisine ilişkin bazı planlamaları olabilir. Muhakkak onların da düşünceleri vardır. Ama Hizbul-Kontranın düşüncelerinin bu Gladyocu güçler nazarında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Onlar bir aparattır. Verdikleri rolden de anlaşılıyor ki, sadece seçim eksenli, oy eksenli bir rol değildir; daha çok yanına Barzani’yi de alarak, Kürt ihaneti ve Hizbul-Kontra birleştirilerek aslında Kuzey Kurdistan’da Kürt özgürlük eğiliminin dışında yeni bir eğilim geliştirilmeye çalışılıyor. Yani Hizbul-Kontraya yeni dönemde verilmiş olan rol bu şekilde gözüküyor.
Genel olarak görüntüde bir Erdoğan vardır, AKP vardır. AKP artık bir parti olmaktan çıkmıştır, her şey Erdoğan’da olup bitmektedir. Erdoğan da görünürde bir kişidir, güya başkan olmuştur ama aslında MHP’si ile, Ergenekoncusuyla, Kürt ihanetiyle, yanı sıra Hizbul-Kontrasıyla ve arkasında kendisini belirli düzeylerde destekleyen, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesini isteyen ve bunun için kendisine destek veren kimi hegemonik güçler vardır. Dolayısıyla Emek ve Özgürlük İttifakı başta olmak üzere demokrasi ve özgürlük güçlerinin karşısında mücadele yürüttükleri bu kesimlerdir. Dolayısıyla bu kesimler küçümsenmemelidir ama yenilmez de değillerdir. Muhakkak ki yenilebilirler. Çünkü bu 14 Mayıs seçimlerini bugüne kadar verilmiş olan mücadelenin, varlık ve özgürlük mücadelesinin bir devamı biçiminde görmek lazım.
HALKTAN DAHA BÜYÜK BİR GÜÇ YOKTUR
Şu ana kadar da Kürt soykırımını tamamlamak istiyorlardı. Bunun için her türlü şeyi yaptılar ama başarılı olamadılar. Önderliğimizi etkisizleştirmek istediler ama başarılı olamadılar. PKK’yi tasfiye etmek istediler ama başarılı olamadılar. Kısacası; bu ittifakın, her ne kadar bütün kirlilerin, bütün Gladyocu güçlerin bir sentezi, bir ittifakı biçiminde olsa da ve bu yönüyle kendisini eldeki mevcut imkanlar nedeniyle çok güçlü gösterse de bir yenilgiler tarihidir onların tarihi. Hiçbir şeyleri başarıya ulaşamamıştır. Hep neye çakılmıştır? Karşısında hep büyük özgürlük ruhunu görmüştür, büyük bir iradeyi, mücadeleyi görmüştür. Ve bu, onların bütün planlamalarını altüst etmiştir. 2023 yılına çok farklı biçimde girmek istiyorlardı. Dolayısıyla bu mücadelenin bir devamı mahiyetindeki 14 Mayıs seçimlerinde halk isterse onları yener tabii. Çünkü halktan daha büyük bir güç yoktur. Onların halkın başına getirdikleri de ortadadır. Kastettiğimiz halk da sadece Kürt halkı değildir. Örneğin bir toplum olarak kadınları ele alırsak; kadınların başına getirmedikleri kalmadı. Örneğin bir topluluk olarak gençliği ele alırsak, gençlerin başına getirmedikleri şey kalmadı. Yani sınırlı sayıda bir kesimi kendi etrafına alıyor, devletin bütün nimetlerinden bunları yararlandırıyor, bunları kendisi için kontraya dönüştürüyor, özel savaş rejimini olabildiğince uyguluyor, devletin tüm imkanlarını zaten alabildiğine kullanıyor çünkü zaten kendisi devletleşmiş. Dolayısıyla seçimi kazanmak için böyle seferber olmuş durumda. İçerideki durumu da ortada, dışarıdaki durumu da. Yani kendisine bir dönem üst düzeyde büyük umutlarla bel bağlayan ve kendisine her türden desteği veren pek çok güç şu anda Erdoğan’dan desteğini çekmiş durumda. Bundan dolayı çok büyük ölçüde desteğini almak istediği halde alamadığı için kendisini şimdi anti emperyalist, şucu bucu ilan ediyor da, aslında onlar Erdoğan’a selam vermiyor. Selam verseler Erdoğan onlar için kırk takla atar. Erdoğan onların önünde el pençe divan durur. Erdoğan onların dizinin dibinden asla ayrılmaz. Erdoğan da öyledir, Bahçeli de. Bahçeli’nin partisinin kurucusu Alpaslan Türkeş, bir NATO ve Gladyo üyesidir. Amerika’nın, canını kurtarmış olduğu bir insandır.
Topluma yaptıklarından dolayı, öyle görülüyor ki bu 14 Mayıs seçimlerinde toplum, kendisinden kesinlikle büyük bir hesap sorarak adeta tarihin çöplüğüne atacaktır. Bu görülüyor. Mevcut hava bu şekildedir. Dolayısıyla halklar isterse onların gitmesi, yenilgiye uğraması mümkündür. Bunu gözünde çok fazla büyütenler, Kürt halkının durumuna bakarak örnek bulabilirler. Kürt halkı direnişiyle AKP-MHP faşizmini şu ana kadar hep geriletti, hep yendi. Sadece yıkılması kalmıştır; yıkılması da 14 Mayıs seçimlerine kaldı. Bu yönüyle bizim açımızdan da uzatılmış olan bir süreç oluyor. Kuşkusuz sonuçlarını kabul ederler mi, şu anki üsluplarından, yaklaşımlarından anlaşılıyor ki, kabul etmeyecekler. Öyle görülüyor.
İKTİDARDAN DÜŞMEME ÇABASINA KARŞI HAZIR OLUNMALI
Peki bu ne kadar sonuç verir? Yani ne tür gelişmelere neden olur? Zaten “darbe” diyorlar. İşte seçimleri kaybetmemiz ülkenin işgal edilmesi anlamına gelir, diyorlar. Böyle akıl tutulması anlamına gelebilecek pek çok söylem üretiyorlar, Sanki bu ülke babalarının malı gibi, sanki kendileri olmasa bu ülke yok olup gidecek, ülke yörüngesinden fırlayıp çıkacak. Yani yok olacak diye bir algı. Bu faşizm böyle bir şey; kendisini bazı şeylerle alabildiğine özdeşleştiriyor. Kendisi varsa o şeyler vardır, kendisi yoksa o şeyler de yoktur.
İşte o MHP kafası dediğimiz, yani kara faşizm kafası dediğimiz budur. Bu ittifak tarafından alabildiğine bu zihniyetle adeta işgal edilmiş durumda. Böyle düşünüyorlar ama ülkenin gerçek sahipleri halklardır. Ülkenin gerçek sahipleri ezilenlerdir, emekçilerdir, kadınlardır, hakkı yenmişlerdir. Bir avuç rantçı, bir avuç çeteci, bir avuç devletin nimetlerinden palazlanan, ülkenin bütün imkanlarını, bütün kaynaklarını sömüren kişiler değildir. Dolayısıyla iktidardan düşmek istemeyeceklerdir. Ama buna karşı da başta Emek ve Özgürlük Güçleri olmak üzere bütün halkların duruşu, mücadelesi, direnişi olur ve buna hazırlıklı olunmalıdır. Çünkü kendisini devletle, hatta devletin de ötesinde kendisini ülkeyle, kendisini ülkenin varlığıyla bu kadar özdeşleştirmiş ve aynı zamanda yaptıkları nedeniyle bu kadar varlık sorunu yaşayan bir iktidarın öyle tıpış tıpış gitmesini beklemek çok gerçekçi değil. Ama onlar da bir atmosfer yaratmak istiyorlar. “Gitmeyeceğiz” havalarıyla umutsuzluk yaratmak, korku atmosferi oluşturmak istiyorlar ama halk kararlı bir şekilde durduğunda, mücadelesini yürüttüğünde, dünyanın pek çok yerinde örnekleri olduğu gibi burada da yenilmiş olan güçler olarak giderler. Halkın öfkesi, direnişi karşısında, devrimci demokratik tutumunun karşısında durmaları mümkün değildir. Ne bu söylemleri basite almak, yani hiçbir şey yapamazlar demek doğrudur ne de gitmeyecekler, o halde ne diye biz şöyle böyle yapalım demek doğrudur. Burada topluma öncülük edenlerin tutumu çok çok önemlidir. Toplumu doğru kanalize etmek lazım. Toplumun tutumunun doğru olması lazım. Toplumun kullanmış olduğu oya sahip çıkması lazım. Örneğin sandıklara sahip çıkması lazım. Sandığa giren oyla sandıktan çıkan oyun aynı olması lazım. Daha sonra çıkacak taşkınlıklara da, saldırılara karşı da hazırlıklı olarak, örgütlü, mücadeleci bir duruşla onların iktidardan alaşağı edilmesi kaçınılmazdır.
FAŞİZMDEN KURTULMAK HERKESİ RAHATLATACAK
Gerçekten de tarihi bir fırsattır. Tarihi fırsat olmasını nereden alıyor, kaynağını nereden alıyor? 100 yıllık, esas olarak da Kürt soykırımına odaklanmış olan zihniyetin aşılması için büyük bir fırsat. Bu sadece Kürtler için söylediğimiz bir cümle değil; Türkiyeli bütün herkes şunu bilmeli ki, Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de ne ekonomik kalkınma olur, ne refah olur, ne huzur olur ne de en genel anlamda demokratikleşme olur, demokrasi olur. Çünkü Türkiye’deki mevcut rejim, Kürt soykırımı üzerine kuruludur. Birisine soykırımcı yaklaşan bir zihniyet, ontolojik olarak ve otomatik olarak bir diğerine de yanlış yaklaşacaktır. Kürt’e karşı soykırım uygulayacak ama diğer halklara ya da toplumun diğer kesimlerine karşı da çok demokratik olacak; bu mümkün değildir. Nitekim öyle olmadığı da görülüyor. Ermenilerin kökünü kuruttu bu sistem. Rumların, Êzidîlerin, Süryani, Asurilerin kökünü kuruttu. Anadolu bir halklar bahçesiydi. Anadolu gerçekten bütün farklılıkların birlikte yaşadığı bir yerdi ama gelinen aşamada hepsi tekin içerisinde eğitildi, kurutuldu. Kala kala bir Aleviler kalmış, bir de Kürtler kalmış. Şimdi bütün var gücüyle seferberlik halinde. Erdoğan Bahçeli ikilisi, Alevileri sistem içinde asimile etmek, Kürtlerin de bir kısmını fiziki olarak yok etmek, geri kalanını da asimile ederek yok etmek için bu seçimden başarı elde etmek istiyor. Ama karşıdaki de direniyor. Karşıdaki de yok olmuyor. Direndiği için daha fazla faşistleşiyor. Çünkü kafasında tanıma diye bir şey yok. Kürt’ü tanıma, Kürt’ün hakkını kabul etme, Kürt’ün varlığını kabul etme diye bir şey olmadığı için, Kürt sorununu çözmeyi şöyle algılıyor; yok edeceğim, asimile edeceğim! Karşısında da artık filizlenmiş, yeşermiş, çiçeklenmiş, iradeleşmiş, örgütlenmiş bir Kürt gerçekliği olduğu için hep faşizmde patinaj yapıyor. Bu da Türkiye’deki mevcut tabloyu açığa çıkarıyor. Dolayısıyla Erdoğan-Bahçeli ikilisi aslında sadece Kürt’e düşman değil. Tamam Kürt’e düşmanlık yapıyor, kökünü kurutmak istiyor ama bunu yaparken Türkiye toplumlarına da en büyük kötülüğü yapıyor. Her açıdan kötülük yapıyor. Değişik düzeylerde herkese saldırıyor. Kaldı ki zaten kendisi gibi düşünmeyen herkese vatan haini, terörist diyor. Herkese ağza alınmadık şeyler söylüyor ve herkesi düşman ilan edip saldırıyor. Dolayısıyla herkesin mevcut iktidarla, faşist rejimle sorunu vardır; kimisinin ekonomik sorunu vardır, kimisinin kültürel sorunu vardır, kimisinin din sorunu vardır, kimisinin etnik sorunu vardır ama toplamda hepsi Türkiye’de demokratikleşme ile çözülebilecek sorunlar yaşıyor
O açıdan bu soykırımcı rejimden, Türkiye’de de faşist rejimi en üst düzeyde temsil eden AKP-MHP faşizmden kurtulmak aslında başta Kürtler olmak üzere bütün halkları, gençleri, bütün emekçileri, ezilenleri, çalışan tüm kesimleri alabildiğine rahatlatacaktır. Yeni bir demokratik sürecin başlamasını sağlayacaktır. Hepimize toptan saldıran bir güçle karşı karşıyayız. O halde bizim de birleşmemiz gerekir. Birçok farklılık söz konusu olmasına rağmen önemli bir birleşme de açığa çıktı. Pek çok kişi, örgüt, pek çok kesim bir araya gelmeyi başarabildi ve bu bir araya gelişlerin tümü bu AKP-MHP faşizmden kurtulmak içindir. Madem ki bir araya gelindi, madem ki bazı ittifaklarda azami düzeyde, bazılarında asgari düzeyde bir araya gelme imkanı oluştu, o halde seçime kadarki süreci de en iyi şekilde değerlendirmek, özellikle seçim günü demokratik tutumu sürdürmeyi, sergilemeyi başarmak, AKP-MHP ittifakının, Erdoğan-Bahçeli ikilisinin iktidara yapışıp kalma niyetine karşı da onları iktidardan düşürecek bir tutumun sahibi olmak herkesten beklenen temel şeydir. Bu olduğu zaman, mevcut soykırımcı ve faşist rejimden kurtulmak mümkün olacak, Türkiye’nin gerçek enerjisi, Türkiye’nin gerçek rengi o zaman açığa çıkacaktır. Yani Türkiye böyle olmamalı, Anadolu böyle olmamalı. Halklar bahçesi olan bir ülke, bir coğrafya şu anda halkların mezarlığı haline gelmiş durumda ve yeni mezarlar eklenmek isteniyor. Ermenilere, Asuri-Süryanilere, Rumlara, fiziki soykırımla yok edilenlere, yanı sıra Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Araplar gibi kültürel soykırımla yok edilenlere ve mezara gömülenlere bu kez Kürtler ve Aleviler de eklenmek isteniyor. Dolayısıyla buna karşı bir mücadele vardır. Bu mücadelenin başarıya ulaşmasında 14 Mayıs seçimleri oldukça önemlidir. O halde herkes el birliği ederek, herkes güçlerini birleştirerek, devrimci demokratik tutumunda ısrar ederek, AKP-MHP faşizmini tarihin çöplüğüne atmalıdır.