Selahattin ERDEM
Türkiye siyaseti 14 Mayıs seçimlerine üç temel ittifak halinde girdi. Bunlar ‘Emek ve Özgürlük İttifakı’, ‘Millet İttifakı’ ve ‘Cumhur İttifakı’ olarak kendilerini adlandırmışlardı. Tabii 14 Mayıs’ta adil ve eşit bir seçim olmadı, tersine seçim ağır baskı ortamında ve yoğun hilelerle gerçekleşti.
Milletvekili seçim sonucunun ortaya çıkardığı siyasi harita, Türkiye’nin üç temel siyasi eğilime sahip olduğunu ortaya koydu. Akdeniz ve Ege kıyıları ile en büyük kentlerde en fazla oyu ‘Avrupa demokrasisine’ eklenmeyi hedefleyen Millet İttifakı aldı. Kuzey Kurdistan’da ise seçimi Kürtlerin özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesini hedefleyen Emek ve Özgürlük İttifakı, daha somut olarak Yeşil Sol Parti kazandı. İkisinin arasında kalan bölgelerde ise faşist, sömürgeci ve soykırımcı Cumhur İttifakı seçimden başarıyla çıktı.
Sonuçta baskı ve hilelerle geçen 14 Mayıs seçiminin ortaya çıkardığı mecliste Cumhur İttifakı çoğunluğu sağladı. Böylece önümüzdeki süreçte meclisten çıkan kanun ve kararları Cumhur İttifakı belirleyecek. Yine Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin oluşturduğu ucube cumhurbaşkanlığı sistemi devam edecek. Eğer 28 Mayıs seçiminde Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse, bu durumda yeni hükümeti de Tayyip Erdoğan kuracak. Yani önümüzdeki süreçte de Türkiye’nin bütününü olduğu gibi, Kürtleri de Tayyip Erdoğan Hükümeti ve Cumhur İttifakı yönetecek.
Oysa Kürtler yüzde atmışın üzerinde bir çoğunlukla Yeşil Sol Partiye oy verdiler. Yüzde yetmişin üzerindeki bir çoğunlukla da Kemal Kılıçdaroğlu’na ‘evet’ dediler. Tayyip Erdoğan ile Cumhur İttifakını ise çok büyük bir çoğunlukla reddettiler. Peki böyle açık bir sonuca rağmen, şimdi ne olacak? Çok açık ki, önümüzdeki aylar ve yıllarda da Kürtleri yüzde yetmiş çoğunlukla reddettiği Tayyip Erdoğan ile Cumhur İttifakı yönetecek! Peki bu durum kabul edilebilir mi? Kürtler oylarıyla reddettikleri Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın yönetimi altında yönetilmeyi kabul eder mi? Oylarıyla reddettiği bir yönetim altında yönetilmek istemezse, bu durumda Kürtler suçlanabilir mi? Kürtleri yüz yıldır bu tarz TC Yönetimlerinin egemenliği altına veren ve Kürtler üzerindeki her türlü katliam ve soykırımı onaylayıp destekleyen devletler buna ne der, bu durumu kabul edebilir mi?
Çok açık ki, fazla istekli olmasalar ve biraz itiraz etseler de Millet İttifakı’na oy veren seçmenler sonuçta Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetimi altında da yaşayabilirler. Nitekim aralarında çok ciddi ideolojik farklılıklar yoktur. Fakat Yeşil Sol Parti’ye oy vermiş olan Kürtler, böyle bir yönetim altında yaşamayı asla kabul edemezler. Her yöntemle özgürlük ve demokrasi için bu yönetime karşı çıkıp mücadele ederler. Peki böyle yaparlarsa Kürtler suçlanabilir mi? Açık ki suçlanamaz.
O halde şimdi ne yapmalıyız? Öncelikle Kürt halkı ve demokratik siyasi kurumları olarak, ‘Böyle Kürt düşmanı bir yönetimi hiçbir biçimde kabul etmeyeceğimizi’ herkesin duyup anlayacağı bir biçimde açıkça ilan etmeliyiz. En küçük gevşekliğe yer vermeden, AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini her alanda daha güçlü geliştirebilmek için kendimizi örgütleyip donatmalı ve güçlerimizi birleştirmeliyiz. Kısaca çok daha güçlü bir antifaşist mücadeleye hazırlanmalıyız. Ayrıca her fırsatta yüzyıl önce bu soykırımcı sistemi kuran devletleri eleştirerek, onları Kürt soykırımına destek verir olmaktan çıkarmaya çalışmalıyız.
Kuşkusuz bu belirttiklerimiz uzun vadeli ve esastır. Fakat bunlardan önce ve de yaşadığımız bu günlerde yapabileceğimiz bir şey daha vardır. O da 28 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimini daha çok önemseyerek ve daha etkili bir seferberlikle çalışarak, 28 Mayıs günü Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybetmesini sağlamaktır. Kürt halkı olarak 14 Mayıs günü gösterdiğimiz seçim başarısını 28 Mayıs günü tamama erdirerek, Tayyip Erdoğan faşist diktatörlüğünü yıkmaktır.
Şüphesiz 28 Mayıs günü seçimi Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması demokratikleşme açısından çok şey ortaya çıkarmayabilir. Fakat Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybedip yeniden cumhurbaşkanı olamaması, antifaşist demokrasi mücadelesinin geliştirilmesi açısından çok şey kazandırır. Demek ki Kemal Kılıçdaroğlu’nu seçmekten çok, Tayyip Erdoğan’a kaybettirebilmek için 28 Mayıs seçimine seferber olmak ve Kılıçdaroğlu’na oy verilmesi için çalışmak gerekir.
Çünkü 14 Mayıs seçim sonucu ardından cumhurbaşkanı seçimini kimin kazanacağı çok daha önemli hale gelmiştir. Meclis’te çoğunluğu Cumhur İttifakı’nın almış olduğu bir ortamda, kimin cumhurbaşkanı olacağı çok önemlidir. Eğer Tayyip Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı olursa, bunun Kürtler açısından daha ağır bir saldırıya ve katliama yol açacağı açıktır. Sekiz yıllık ağır baskı, zulüm, terör, katliam ve soykırım uygulamaları artırılarak devam ettirilecektir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesi ise, meclisteki faşist çoğunluğu biraz dengeleyebilecek ve kendisi ciddi bir şey yapamasa da faşist-soykırımcı katliamların daha çok gelişmesine imkân vermeyecektir.
O halde 28 Mayıs seçimi de en az 14 Mayıs seçimi kadar, hatta ondan çok daha fazla önemlidir. İşte bu önemi görüp ona göre hareket etmeyi bilmemiz gerekir. Faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü yıkmak ve demokrasi mücadelesi için daha elverişli bir zemin yaratmak için 28 Mayıs seçimini önemsemeli ve mutlaka Tayyip Erdoğan’ın yenilgisini sağlamalıyız. Kürt özgürlüğünün ve Türkiye demokratikleşmesinin geleceği işte bu sonuca bağlıdır.
Çok açık ki, Tayyip Erdoğan’ın kazanmasının sonuçları Kuzey Kurdistan ile de sınırlı olmayacaktır. Nitekim daha 28 Mayıs seçimi bile olmadan Irak ordusu harekete geçmiş ve Kürt yurtseverliğinin en önemli merkezlerinden biri olan Maxmur Mülteci Kampını kuşatmıştır. Söz konusu bu saldırının AKP-MHP faşist-soykırımcı yönetiminin baskı ve talebi ile yapıldığı tartışmasızdır. Öyle anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması durumunda Kurdistan’ın Başur ve Rojava parçalarına yönelik saldırılar daha çok artacaktır. Bunu sadece faşist AKP-MHP yönetimi değil, onun baskısı sonucunda Irak ve Suriye yönetimleri de yapmak durumunda kalacaktır. Irak yönetimi gibi, Suriye yönetimi de özellikle Arap Birliğinden aldığı güce de dayanarak Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik saldırıya girişebilecektir.
Açık ki Kürt halkına yönelik ciddi tehditler ve de tehlikeli bir süreç söz konusudur. Birçok yönden Kürtlere dönük yeni saldırıların gelişmesi olasılık dahilindedir. O halde bu gerçeği iyi görerek, her türlü saldırıya karşı özgürlük direnişini geliştirmek için hazırlıklı olmak gerekir. Çünkü Kürtler açısından var olmanın ve özgür yaşamanın tek yolu söz konusu soykırımcı saldırılara karşı direnmek ve onları kırmaktır. Kürtlerin direnişten ve zaferden başka bir yolla var ve özgür olmaları mümkün değildir.
Bu temelde, Maxmur halkının, özellikle kadınlarının ve gençlerinin Irak saldırılarına karşı tarihi direnişini selamlıyor ve kutluyoruz. Yalnız olmadıklarını ve tüm Kürt halkının kendileriyle birlikte olduğunu bilmelerini istiyoruz. Direnerek kazanacaklarına yürekten inanmalarını ve sonuna kadar bu tarihi insanlık ve özgürlük direnişini sürdürmelerini diliyoruz.
Kaynak: Yeni Özgür Politika