KEMAL SÖBE
İlk devletin/devletlerin erkekler tarafından kurulduğu ve hala da erkeğin devlet üzerindeki etkisi biliniyor. Devleti devlet yapan güçtür, kuvvettir. Güçlü olan etkili ve yönlendirici oluyor. Sadece fiziki güç değil bilginin gücüde devlet yönetiminde etkili oluyor. Birisinde fiziki güç, birinde ise fikirsel güç olduğunda iki güç bir araya gelerek birbirini tamamlıyor. Ancak devletin en tepesindekinin hem fiziken hem de fikirsel olarak güçlü olması gerekiyor. Devletli/sınıflı sistemlerde her iki güç toplumun yönlendirilmesinde ve egemenlik altında tutulmasında etkili olmuştur. Bazen de fikirsel gücü olan/lar, devleti fiziki güçle yönetenin akıl hocası ve danışmanı oluyor, nerede nasıl hareket etmesi gerektiğini belirtiyor. Erkeğin devlet üzerindeki etkisi sahip olduğu fiziki güçle oluyor. Devletin ilk Proto tipi olan derme çatma savunma gücü, doğal olarak erkeklerden oluşuyordu. Çünkü erkek, fiziken kadından çok daha güçlüdür. Bundan dolayı aileyi, kabileyi, toplumu ve ülkeyi erkeğin koruması gerekiyordu. Bu doğal süreç, bir süre sonra düzenli ve sistemli bir hale geliyor. Erkek sürekli savunmadan, korumadan sorumlu oluyor. Kadının ise, bu koşullarda arka planda kaldığı, dar bir alana bırakıldığı ve gücünün sınırlandığı biliniyor. Çünkü kadının fiziki olarak zayıf olması, kadını ev işiyle uğraşan, mutfaktan sorumlu olan ve çocuk doğuran ve bakan bir konumda bırakıyor. Yani kadının rolü dar bir alanda kalıyor ve sınırlı oluyor. Kabileler, toplumlar arasında savaşların ve çatışmaların olması ve bunun rutin bir hale gelmesi, erkeği daha etkili ve güçlü bir konuma getiriyor. Askerlik yapan erkek, savaşan erkek, fiziki gücü gerektiren en ağır işleri yapan erkek olduğu için, erkek hayatın ve her şeyin sahibi olarak görülür hale geliyor. Çünkü devletli sınıflı sistemlerde erkek egemenliğinin olması güçle oluyor.
Gücü olmayanın etkisi ve yetkisi, yaptırımı olmuyor. Kadın ise, bir süre sonra, insan olarak bile görülemeyecek kadar değersiz oluyor, eşya ve nesne olarak görülüyor. Erkek her şeyin sorumlusu oluyor çünkü güçlü olanın sözü geçerli oluyor ve kadın ise erkeğe bağımlı oluyor. Bu öyle bir hale geliyor ki, kadın adeta erkeğin kulu kölesi oluyor. Her şeyi erkekten bekler hale geliyor. Evin reisi erkek, çalışan erkek, ekmeği kazanması gereken erkek, parayı kazanması gereken erkek, kadına bakmak zorunda olan yine erkek. Bu durumda, kadına bir etkinlik alanı, güç alanı kalmıyor. Yemek yapmak, çocuk doğurmak, elbise ve bulaşık yıkamak önemsiz işler olarak görüldüğü için, bunu yapanda önemsiz görülüyor ve hak ettiği değeri görmüyor. Sürekli savaşların olması ise, erkeğin gücüne güç katıp, hayat içindeki etkisini ve yetkisi tartışmasız hale getiriyor. Kadın ise, bu koşullarda silikleşiyor, yaşamdan dışlanıyor. İnsandaki sahip olma hırsı, kadının gücünü yok ediyor, erkeğin gücünü ise öne çıkarıyor. Zamanla en güçlü olan, toplumun tepesine çörekleniyor ve bu, toplumun köle ve kul olmasına kadar gidiyor. Görüldüğü gibi, özel mülkiyet ve iktidar insanı köle haline getirip doğal komünal yaşamdan koparıyor ve günümüze kadar, insan toplumu tanınmaz hale gelmiştir. Binlerce yıldır egemenlik ve güç olma savaşları veriliyor. Bu koşullarda kadın ve çocuklar daha çok eziliyorlar. Devlet tam olarak topluma hâkim olduktan sonra, toplumun tamamı, kadını ve erkeğiyle zaten köle oluyor. Bütün bunlar, insanın, kurnazlıkla ve bin türlü alavere dalavereyle, iktidar ve güç sahibi olmak istemenin sonucu gelişiyor. Güçlü olan en akıllı ve en ayrıcalıklı sınıf ve kişi haline geliyor soylu olarak biliniyor. Oysaki soyu olmayan kimse yoktur.
Ancak devletli sınıflı sistemlerdeki soyluluk, saraylı olan, seçkin olanlar için kullanılırdı. Günümüzün soyluları da sermayeyi ellerinde bulunduranlardır. Çünkü sınıflı devletli sistemlerde, en tepedekiler yani seçkin olanlar insan olarak hatta tanrı-tanrının çocukları ya da yarı tanrı olarak görülürlerdi. Toplumun çoğunluğu da insan değil kul ve köle olarak görüldüklerinden soylu olamazlardı. Erkek egemenliği, sadece bir cinsin bir cins üzerindeki egemenliğine yol açmıyor, bir kültür ve sisteme yol açıyor, toplumun toplumsal doğasını parçalıyor. Bu koşullarda, erkekleşmiş kadınlarda ortaya çıkıyor. Prensesler, kraliçeler, saraylı olan kadınlar erkek gücüyle var olan kadınlar oluyorlar. Özel mülkiyetin olduğu koşullarda egemenliğin ve erkek gücünün devam edeceği bilinmelidir. İktidarın olduğu yerde ayrıcalık ve imtiyazlar bitmez. Çünkü imtiyaz ve ayrıcalık güç ile ortaya çıkıyor ve kendisini dokunulmaz kılıyor. Özel mülkiyetin ortaya çıkışı, sonu gelmeyen savaşlara, yıkıma yol açıyor. İşte kadının hayat içindeki rolünün bitmesi ya da çok sınırlı olması savaş koşullarında gerçekleşiyor. Çünkü savaş, kadınların üstesinden gelebileceği bir iş olarak görülmüyor. Çocuklara bakan kadının savaş cephesine gitmesi uygun görülmüyor ve zaten fiziken zayıf konumda olan kadın savaşamaz olarak düşünülüyor. Demek ki, kadının tekrar yaşamda aktif olması barışın gelişimi ve egemenlik savaşlarının bitmesiyle mümkün olabilir. Son yıllarda, kadınlarında yaşamın farklı yerlerinde yer almaları, hayat içinde rollerini tam olarak oynadıkları anlama gelmez. Kadının mülk olarak görülme durumu, özel mülkiyetin ve buna bağlı olarak egemenliğin ve iktidarın ortaya çıkışı sonucu olmuştur. Kadının hayatın her yerinde etkili olması toplumsal barış için yeterli olmaz. Savaşlara yol açan ekonomik-politik sorunların çözülmesi gerekiyor.
Yani özel mülkiyetin ve egemenliğin sona ermesi gerekiyor. Kapitalizm devam ettiği sürece, kadınlar her terde etkili olsada sınıflar ve ayrıcalıklar devam edecektir. Yani ha kral, ha kraliçe fark etmez. Yani ha erkek patron ha kadın patroniçe aynıdır. Önemli olan sömürünün ve insanın birbirini ezmesinin son bulmasıdır. Bir erkeğin bir kadını ezmesi ne kadar kötüyse, bir kadının, paranın gücünü elinde bulundurmasıyla bir fakir erkeği ezmesi de o kadar kötüdür. Yani erkek kadını ezince kötüdür ama kadın erkeği ezince iyi değildir, ikisi de aynı kapıya çıkar. Önemli olan kimsenin kimseyi ezmemesi, baskılamamasıdır. Yani devletin bütün kurumlarının, kadınların eline geçtiğini ve erkekleri ezdiğini düşünelim, bu iyimi olur? Hayır bu iyi olmaz. Hangi cins hangi cinse güç ile baskı yaparsa kötüdür. Erkeğin kadının üzerinde baskı oluşturması sahip olduğu fizikli güç ile oldu ve bir süre sonra bir yaşama dönüştü. Eşit, özgür bir yaşamla ve iyi bir eğitimle bütün bunlar aşılır. Sorun kadın ve erkek sorunu değil, sorun kimsenin kimseyi ezmeme sorunudur. Erkek, fiziken güçlü olmayı bir avantaj olarak görüp kadına baskı yapmayacak ve kadının eline de güç ve yetki geçince, maddi güç sahibi olduğunda, bu güç ve imkana dayanıp erkeğe baskı yapmayacak. Yani hem kadın hem erkek iyi insan olmayı başarabilecek. İnsanlaşma gerçekleşirse bütün sorunlar çözülür.
Kapitalizmde, kadına bağımlı erkeğe kılıbık erkek tanımı yapılıyor. Bunu da erkekleşmiş kadın tipleri yapıyor. Günümüzde, parası ve maddi gücü olan ve erkek üzerinde devlet olan çok kadın var. Demek ki güçlü olmak mülk ve para sahibi olmakla oluyor. Kapitalizmde kural budur. Yani para ve mülk kadının elindeyse kadın adeta devlet ve güç oluyor ve egemenlik kuruyor. Egemenliğin erkeklisi de kadınlısı da sömürüye yol açıyor ve kötüdür. Egemenliğin cinsi olmaz. Eline bir makam, meslek ve para geçen bazı kadınlar, kendilerini özgür olarak görüp adeta her şeyin sahibi olarak görüyorlar. Oysaki özgürlük toplumsal bir sorun olup, toplum özgür ve eşit olmayana kadar herkes köledir. Kapitalist sistemde, kadınlar hayatın her yerinde etkin hale gelseler bile sömürü sona ermez. Kadınlar tabi ki erkeklerle eşit haklara sahip olacaklar hayatın her alanında etkili olacaklar ama bunu sınıfsız toplum içinde yaparlarsa insanlık için bir anlamı olur. Sorun özel olarak kadın ve erkek sorunu değil genel insanlık sorunudur. İnsan tür olarak birbirini ezdiği için kadın cins olarak bu koşullarda daha çok ezilir hale geldi. Bu açıdan, insanın kendi türünü ezmemesi gerekiyor. İnsanın insanı yüceltmesi kadınında değerini büyütür, yüceltir. İnsan yüceldikçe kadında değer kazanır çünkü kadın insanın beşiğidir. Kadın cins olarak erkeğin karşıtıdır ama insandır ve erkeğin eşidir, mal-mülk değil. İşte mülk edinme ve iktidar sorunu çözülürse sömürü biter ve insanlık kurtulur.