Sîdem LÎSA
Yıllarca yaşanılan acıların, anlaşılır kılınma çabası. ‘Dengê min tê te?’ Analarımızın bitmeyen feryatları. Kürdistan’da analarımız yurtseverlik bilincinin doğurucusu, savunucusu, var edicisi olmuşlardır her daim. Hem kültürel hem de fiziki soykırım karşısında diliyle, kılık kıyafeti ile, yaşamı ile, düşünüş biçimi ile, toprak sevgisi ile geçmişi günümüze taşırarak karakterlerimizi belirlemiş, kimliğimiz olmuşlardır. Her anımızı bizimle yaşayarak çocukluk sürecinden çıkana kadar ki her evremizde yer edinmişler, daha sonraki yıllarımızda da bir şekilde sürekli yanımızda olmuşlar ve yaşadıkları müddetçe bizi hep sevgi, inanç, bilinç sütü ile emzirmeye devam etmişlerdir. Kürdistan’da analarımız yeri gelmiş ailesini yürüten olmuşlar, yeri gelmiş toplumu yürüten olmuşlar, yeri gelmiş halkını yürüten, yeri gelmiş özgürlük mücadelelerini yürüten olmuşlardır. Zarife gibi tarihi savaş komutanlıkları yapmış, Leyla Kasım gibi dar ağacında dahi kürtlük bilincini aşılamış, Gülnaz Xanım gibi kardeşi ve oğlunun cesetlerini getiren düşmana ‘eğer oğlumun davası için öldüğünü görmeseydim, sütümü haram ederdim’ diyerek düşman gerçekliğini tanımlamış, cenazesi yedi gün boyunca sokakta bırakılan Taybet ana gibi bütün saldırılara rağmen toprağını terk etmeyerek yurtseverliğin anıtı olmuşlardır. Buna karşın düşman en çok analarımıza yönelmiş, onlara saldırmış, onları kırmak istemişlerdir. ‘’Ana’’, bizim yaşam felsefemiz, yaşam biçimimizdir.
En son Amed’in Lice ilçesindeki Nenyas mahallesinde yaşanılan düşman saldırısı sonrasında şehit olan Mehmet Yıldırım’ın annesinin feryadı bir kez daha hepimizi, bütün Kürdistan çocuklarını derinden sarstı, tarihi intikam duygularımızı bir kez daha harekete geçirdi. Ana, sesini her birimize tek tek duyurmaya çalışıyordu. Tek tek her birimizin vicdanını çağırıyordu. Yaşadığı çok taze olan acıyı, derin yurtseverlik duyguları ile yoğurmuşken pes etmeyeceğini anlatmaya çalışıyordu hepimize tek tek. Sesim sana geliyor mu, beni duyuyor musun, beni dinliyor musun, beni anlıyor musun diyordu hepimize tek tek. Memet Yıldırım dört çocuğu ve eşi de evdeyken evin tamamı taranarak şehit edilmeye çalışılıyor. Faşizm, katliam tc devletinin öteki adlarıdır. Ellerinden gelse birçok örneğinin olduğu gibi direk evi ateşe verir de kimsenin kurtulamayacağı şekilde bir katliam gerçekleştirirlerdi yine. Mehmet arkadaş direnişin, Kürt yurtseverliğinin abidelerinden biri olmuştur. Düşmana teslim olmanın ölüm olduğunu bilerek çocuklarının gözünün önünde şehit olmanın ağırlığının farkındalığı ile çatışmış ve şahadete ulaşmıştır.
Ana dört çocuk babası Mehmet Yıldırım ın katledilişinden bahsederken ihanet gerçekliğini de yalın bir şekilde ifade etti. ‘Düşman zaten bizim düşmanımızdır, bizi öldürüyor bunu biliyoruz. Fakat bizi öldüren sadece devlet değildi. Devlet tek başına bunu yapamaz asla. Bizi asıl öldüren içimizdeki işbirlikçiler, ajanlardır’ derken devlet politikasının Kürdistan’daki yüz yıllardır devam eden ve bilinçli bir şekilde canlı tutulan ihanet çizgisinin daha ne kadar kendi halkının katili olanları yaratacağını tarih ağıtına dökmektedir. Ayrılığı, özlemi, sevinci, sevgiyi, acıyı, isyanı ağıtına, ezgilerine dökerek Kürt toplumsallığını, kültürünü yaşatan analarımız aynı ağıt ve ezgilerinde devlet gerçekliğini, düşman bilincini, ihanete olan öfkelerini, intikam duygularını da işlemektedirler. Ziynet ana katledilen oğlu için ve bütün şehit edilen Kürdistan kızları, oğulları için; ‘kanı yerde kalmamalı, sesim geliyor mu sana’ diyerek bütün geçlere, kadınlara, halka öz savunma bilinci temelinde düşmandan ve işbirlikçilerinden intikam almanın yeniden öz bilincini aşılamış, bir ana olarak çizgi perspektifimizi bir kez daha ortaya koymuştur.