Kürdistan’da yaşanan cephesel gelişme, bunun dış ilişki ve ittifakları

0
99

Cephe direnen insanın birleşik eylemini veya direnme durumuna geçmiş halk gerçekliğini ifade eder.

Halk derken; zulüm rejimine, imha rejimine karşı başkaldıran kim varsa hepsi içine girer. İşbirlikçiler girmez; onlar zaten düşmanla işbirliği ederler. Köleler de girmez; zaten onlar da boyun eğmiş kesimi ifade ederler. Boyun eğmiş insan, halk cephesinde yer alamaz. İşbirlikçiliğe yatkın insan da halk cephesinde yer alamaz. Bunun dışındakilerin hepsi, hatta ideolojik, sosyal, siyasal konumu ne olursa olsun, yeter ki dirensin, halk cephesi içinde yer alır. İyi direnen bir dinci de bu temelde cephede yer alabilir. Bir burjuva milliyetçisidir, ama direniyorsa, ona da yer var. Yine bir çobandır ama direniyorsa, ona da yer vardır. Yani dikkat edilirse, ideolojik ve siyasi düzeyi ne olursa olsun, cinsiyeti, milliyeti, kültürü, dini, mezhebi ne olursa olsun, yeter ki mevcut özel savaş rejimine tepkisi olsun ve ona boyun eğmek istemesin, ona karşı direnme tutumunu ifade etsin. İşte bunların hepsinin içinde yer aldığı cephe halk cephesidir, halkın direnen cephesidir.

Böyle bir cepheyi geliştirmek istediğimiz açıktır. Mesela ben kendim için, “direnen ben direnen halktır” dedim. Demek ki, bu anlamda aynı zamanda ben bir cepheyim. Her insan biraz bana eğilim duyuyor. Neden? Çünkü ben direnen halkım. Dikkat edilirse, hemen her kesimden insan gelir, benimle ilişki kurar. İlk ortaya çıkışımdan günümüze kadar bu böyledir. Sadece kendimi bir parti ve bir halk biçiminde inşa etmedim. Aslında bir ideolojik, politik, örgütsel birlik olarak, parti olarak kendimi inşa etmişim; ama bir de cephe olarak bu böyledir.

Önderlik nasıl bir cephedir? Her ulustan, her sınıftan, her cinsiyetten, her mezhepten, her kültür seviyesinden, her bölgeden insanlar gelip Önderlikte buluşuyor. Bunların hiçbiri de partili değil; zaten partili olmaya da ne güçleri yeter, ne de bunun gereği vardır. Ama yine de bunlar direnmek istiyorlar. Peki direnen herkesin birliklerine ne ad vereceğiz? İşte cephe adını vereceğiz. Önderlikte ilk günden günümüze kadar böyle bir gelişme de vardır. Yani önderlik aynı zamanda cephesel gelişmedir. Yediden yetmişe, kadın-erkek ayrımını yapmadan, farklı azınlıktan, ulustan ayrımını da yapmadan, yine bilinç seviyesi, ideolojisi, siyaseti, dini ve mezhebinin ne olduğunu da fazla mesele yapmadan, yeter ki insanlığında ısrarlı ol, yeter ki bu insanlıkla bağdaşmayan rejime karşı çık ve tepkini göster. O zaman sen bir önderliksel cephe içindesin veya cephesel gelişme seni de kapsamına alır.

Bu yönlü de büyük bir gelişmenin olduğunu söyleyebiliriz. PKK’nin gelişmesi kadar böyle bir cephesel gelişme de vardır. Veya PKK gelişmesi aynı zamanda cephesel bir gelişmedir. PKK, cephe ile iç içe gelişen bir harekettir. Hatta Önderlik kendini yapılandırdığında parti olarak da, cephe olarak da yapılandırır. Hiçbir zaman “önce kendimi yapılandırırım, sonra partileşirim, partileştikten sonra da halklaşırım veya cepheleşirim” demez. Deseydim, ben de diğer önderler gibi olurdum ve çoktan yitirirdim. Bütün adımlarımı atarken böyle kapsamlı olmayı düşünürüm ve buna evrensellik boyutunu da ilave ederim.

Bütün insanlık adına düşündüğümü rahatlıkla yarın bir Avrupa’da, bir Amerika’da, bir Ortadoğu’da söylerim ve inandırıcı da olurum. İnsanlık adına düşünüyorum. Hangi dine gitsem, yerim vardır. Çünkü dinde insanlık varsa, ben onu temsil ediyorum. Bir İsa’nın en azından arkadaşı olabilecek kadar kendimi kanıtlayabilirim. İslam’ın yanında Muhammed’in dönemindeki mümin kadar kendimi güçlü, yeniden yarattığımı kanıtlayabilirim. Başka dinlerde de olsa bu böyledir. Bu temelde genelde hümanistliği kesin temsil ediyoruz. Eğer gerçekten PKK gelişmesi yaşanılmak isteniyorsa, böyle bir enternasyonal yönü de vardır.

Halk içinde de önderliğin cephesel bir gelişmeyi ifade ettiği kesinleşmiş ve kanıtlanmıştır. Halk adamıdır, PKK militanıdır. Halkın bütün düzeyine hitap eden, hepsini somut durumlarına göre birleştirme, yüceltme ve savaştırma gücünü kendisinde ifade edendir. Cephe anlamında bir PKK militanı budur veya PKK’nin cephesel gelişmesi tamı tamına böyledir.

Halkın üstünde, çok çeşitli sınıf ve tabakalarla ilişki kurmasını bilmeyen, ya da salt dar proleter gibi veya bir küçük-burjuva gibi çalışan kişi, gerçek PKK militanı olamaz. Önderliğe bakın şimdiye kadar nasıl bu kadar ulustan, sınıftan insanı idare edebiliyor, yönetebiliyor, bir arada tutabiliyor. Bazıları çıkıyor, bizim adımıza “ben proleterim” deyip en dar yaklaşımları dayatıyor. Birisi çıkıyor “ben küçük-burjuvayım” deyip en liberal veya en sekter dayatmalarda bulunuyor. Önderlik gerçeğiyle çelişen bu yaklaşımları terk etmek gerekir.

Gerektiğinde bütün insanlığa hitap edecek kadar yüce olacaksın. Gerektiğinde proletarya gibi davranacaksın, gerektiğinde bir küçük-burjuvayı, hatta büyük-burjuvayı da, ağayı da idare etmesini bileceksin. Hepsine vereceğin şeyler olacak ama, en çok tercih edeceğin hiç şüphesiz emek, en haklı olanına ulaşmayı ifade eden sosyalizm olacaktır. Bunun bilimselliği nedir? Az-çok ortaya konulmuştur. Yanılgılardan nasıl sıyrılarak gelişilir, ana hatları ile ortaya konulmuştur. PKK’nin parti olarak tercihi de budur. Ama cephe olarak da bu kadar geniş, tüm insanlığı bile kapsamına alabilecek kadar yürekli, geniş ufuklu olduğunu da bilmek gerekir. Kesinlikle dar milliyetçi bir örgütlenme, hatta bölgesel bir örgütlenme olma gibi bir durum da yaşanmıyor. Tamamen bir insan hareketi.

Bu bizim aynı zamanda ittifaklara nasıl baktığımızı da açıkça gösteriyor. İster ulusal sınırlar dahilinde, ister Türkiye geneli  -Misak-ı Milli diye tabir edilen sınırlar-  dahilindeki ittifaklara, bölgesel ve hatta tüm uluslararası alandaki ittifaklara, bu arada diplomasiye de nasıl yaklaşmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Özünde bu kadar yeni, eşit ve özgür insan, ittifaklara çok rahatlıkla yerinde ve doğru yaklaşır. PKK politikasının kapsamı hayli derindir, geniştir. Dar, tutucu yaklaşımlardan eser yoktur. PKK politikasında hiç kimse darlıktan, bireysellikten bahsedemez. Bütün insanları ideolojik olarak, siyasi olarak kapsamına alacak kadar bir derinliği esas alıyor.

O zaman bu denli bir genişlikle diplomasiye baktığında, bu alanı da çok rahatlıkla yürütürsün. İttifakları da rahatlıkla yürütürsün. Örneğin Kürdistan dahilinde direnmek isteyip de güç getiremeyen her türlü gruba, hatta direnmek isteyen kişilere yaklaşırsın ve “sizlerin bütün özlemlerinizi PKK’nin büyük direniş örgütü temsil ediyor” diyebilirsin. Ne kadar ulusallık istiyorsan var, ne kadar sınıfsallık istiyorsan var. Parti içinde yer alamıyorsan cephesinde yer al, cephesinde yer alamıyorsan ittifakında yer al! Bir örgüt olarak da sizinle ittifak yapabiliriz, yeter ki sen direnmek iste. Tek şartı budur. Özel savaş seni de yutmak istiyor. Zaten rahatsızlığını dile getirmişsin. O halde gel birlikte bir cephe örgütü biçiminde bir şeyler yapalım. İşine geliyorsa ikili ittifak, işine geliyorsa onlu ittifak yapalım. Kim ne kadar varım diyorsa, onunla o kadar birlikte yürüyebiliriz.

Bu kadar esnek olan, kendine güvenen bir ittifak anlayışına, cephe anlayışına sahibiz. Hiç kimse demesin, şu kişi geridir, şu kişi şu sınıftandır, şu kişinin anlayışı ve seviyesi şöyledir. Hayır, hepsi olabilir. Onlardan tek bir şey isteyeceğiz. Özel savaş rejimine alet olmasınlar, ona karşı çıkma gücünü göstersinler. Bunu gösterdiklerinde onları ittifak içine alabiliriz. Kişi olsun, örgüt olsun, ona en önde de, en arkada da yer verebiliriz. Gücüne göre ne yapabiliyorsa, mutlaka onu cephe içinde bir yere oturtacağız veya ittifaklar sistemimizin içine alacağız.

Bu anlamda, birincil ittifaklar diyebileceğimiz bir sistem yaratabiliriz. Kürdistan dahilindeki ittifaklar, önce Kuzey Kürdistan parçasındaki ittifaklar, buna yönelik bir sistem ve ardından bütün Kürdistan içi ittifaklar gelir. Güney Kürdistan’da Federe Hükümet var, onu da ittifak sistemimiz içine alabiliriz. Yalnız gözeteceğimiz hususlar olacaktır. Dediğimiz gibi, bunlar, sık sık özel savaşla bağlantı kurmak, işbirlikçilik yapmak istiyorlar. Bunu daraltacağız, gerektiğinde vuracağız ve ittifak içine çekmeyi bu temelde sağlayacağız. Bir diğer ittifak da Türkiye sınırları dahilinde demokrasi güçleriyle ittifaktır. Özünde Türk halkını birleştirmeyi hedefleyen bir ittifaktır. Varsa çok çeşitli ideolojik, siyasi ve örgütsel güçleri de çekeceğiz, olmasa yenilerini yaratacağız. Türk halkının kendisine gerçekleri açıklayacağız. Bunların hepsi bir ittifak mantığı içinde ele alınabilir.

Ortadoğu çapında da ittifakları yayabiliriz. Nitekim bazı ilişkiler kurmuşuz. Bunlarla ilişkilerde hepsinin ideolojik durumuna göre bir yerimiz vardır. Çünkü insanız ve insanlık hareketiyiz. Bölgesel ittifak istiyorsa bölgesel, siyasal ittifak istiyorsa siyasal, insani ittifak istiyorsa insani, dini ittifak istiyorsa dini ittifak yaparız. Hıristiyan ile Hıristiyan, Müslüman ile Müslüman, başka mezheptense o mezhepten gibi ittifak yapabiliriz. Çünkü sistemimiz çok geniştir. Sosyalist olmamız daralmaya değil, böyle çok geniş bir ittifaklar sistemine ulaşmamıza yol açıyor.

Bu anlamda reel-sosyalizmden çok büyük bir farkımız var. Reel-sosyalizmin dar milliyetçi yaklaşımları, yine dar sınıf yaklaşımları veya ittifaklarında çok sekter ve dar olması onu tasfiyeye götüren nedenlerdendir. Dar milliyetçilikte her şey Sovyetler için, Sovyetlerde her şey Rusya için anlayışı enternasyonalizmin gelişmemesine ve bozulmasına yol açtı. Proleter çıkar denildi, ancak dar proleter çıkar giderek dar bir bürokrasinin çıkarına dönüştü. Halkın demokrasisi gelişmedi ve parti halk içinde eriyeceğine, halkın başına bela, bir bürokratik aygıt haline geldi. Dikkat edilirse, bizde hem halk için en geniş demokrasi, hem de dışa karşı ve özellikle milliyetçilik hastalığına karşı en geniş insani yaklaşım vardır. Zaten sosyalizmin özü de budur. Böyle olmasa sosyalizm, sosyalizm olamaz.

Dolayısıyla ittifak anlayışımızı diplomatik sahaya aktarmak istedik. Örneğin, uluslararası alanda, Avrupa’da Avrupa’ya göre bir ittifak; Amerika dünya egemenliği peşinde mi koşuyor, onunla ilişkilenmemiz de “Amerika nereye gidiyorsun, insanlığı nereye götürmek istiyorsun, dur” deme ittifakıdır. Mesela, ABD gelsin bizimle ilişki kursun, biz hiç çekinmiyoruz. Çok iyi biliyoruz ki, bu ilişki, Amerika’yı elinden tutup durdurma ilişkisi olur. Bir Avrupalı kolaylıkla bizimle ilişkiye geçemiyor. Geçse, çok iyi biliyor ki, Avrupa’nın emperyalist çıkarlarına “dur” diyeceğiz. Yani her ilişki boyun eğme anlamında değildir. İlişki bazen direnmedir, bazen “dur” deme hareketidir. Emperyalizme karşı, ezen hakim uluslara karşı bu politika izlenir.

Mesela, Türk burjuvazisi, mevcut özel savaş rejimi gelsin ilişki kuralım. İlişki kurmak demek; onu durdurmak demektir. Yoksa çoklarının sandığı gibi, hemen uzlaşmak veya boyun eğmek, ilkesiz olmak demek değildir. Yani mutlaka teslimiyet olacak bir durum da değildir. Ben, MİT ajanları dahil hepsine, yanıma geldiklerinde “yeter ki bana komplo yapmayın, sizinle her türlü görüşmeye varım” dedim. Nitekim bazılarının dolaylı veya direkt kuşkulu tipler olduğunu biliyorum. Hatta uzun süre pratikte yaşadım da bunu. Ama ilişkimi tetikte sürdürdüm. Sonuç, MİT’i işlemez duruma getirdik. Tabii herkes böyle yapamaz. Yani herkes benim kadar becerikli olsun demiyorum. Ancak bu, ilkesel olarak veya somutlaşan bir kişilik olarak, böyle görünüyor. Gücünüz varsa, siz de böyle olun; ama gücünüz yoksa uzak duracaksınız.

Bir ağa geliyor, size az-çok imkan sunuyor, onun uşağı oluyorsunuz. Ama bir ağa benim yanıma gelir, onu yolunmuş kaza döndürürüm. Bir devlet yetkilisi benim karşıma geçer, onun devletini kullanırım, ama siz gider onun uşağı olursunuz. Nitekim bir çok arkadaşımızı maalesef bu duruma düşmekten alıkoyamadım. Neden? Büyük ideolojik, siyasi gücü yoktur da ondan. Neden hiç kimse benimle doğru-dürüst ilişki kurmaya yanaşmıyor. Bir Özal bile, “elimizi uzatsak kolumuzu kaptırırız” diyordu. Yani ilişki kurmaktan çekiniyordu. En sonunda ben, “her türlü ilişkiye varım” dediğimde, o zaman biraz karşılık vermek istedi, ama adamı götürdüler.

Güçlü insan, tek de olsa ilişkilerden kazanmasını bilen insandır. Maalesef size bakıyoruz, zindanda en büyük direnişi gösterenlerin bile bir sigaraya nasıl boyun eğdiklerini görüyoruz. Neden? Çünkü kötü alışkanlıkları var. Sizler lafazansınız, politikayı anlamıyorsunuz. İlişkilere hakim değilsiniz. Bu yüzden de bütün ilişkiler aleyhinize sonuçlanıyor. Örgüt içinde de çok kötü bir uzlaşmacısınız. Bütün raporlara da bu yansıyor. “Üste boyun eğdim, altı bastırdım” deniliyor. Peki kimdir bu? Belli ki egemen sınıfın lisanını taklit etmektir. Gerçek PKK önderlik çizgisinde yürüyen, böyle bir söyleme sahip olabilir mi? Benim de ilişkilerim var, ama ne bastırırım, ne de boyun eğerim; dosdoğru ilkelerimi uygularım. Olduğum yerde doğru söz vardır, doğru eşitlik vardır, doğru özgürlük ve doğru direnme vardır. Tarzım açıktır, niye bastırma gereğini duyayım? Benim görevim bastırmak değil, baskıyı ortadan kaldırmaktır. Neden boyun eğeyim? Benim görevim boyun eğmek değil, özgürlüğü egemen kılmaktır. Bunun da anlaşılmayacak yanı yoktur. Bu anlayışı parti içinde de, ikili ilişkilerde de, uluslararası ilişkilerde de uygularız.

PKK’nin sosyalist örgüt niteliği ancak bu temelde enternasyonalize edilebilir. Zaten gücünü de buradan alır. Eğer PKK bugün uluslararası alanda biraz ciddiye alınıyorsa, biraz ilişki geliştirilmek isteniyorsa, bu özelliğin sayesindedir. Yoksa dar milliyetçi bir örgütü kimse ciddiye almaz. Hatta dar sınıf çıkarlarına gömülmüş bir örgüt de, reel-sosyalizmin yaşadığı duruma düşmekten kendini kurtaramaz. Bütün bu yönler PKK’nin özgünlüğünü veya sosyalizm konusundaki gücünü ortaya koyar.

Doğrudur; PKK en radikal ulusal kurtuluş hareketidir. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi’dir, ama bir o kadar da Türkiye’nin Demokratik Kurtuluş Hareketi’dir. Kurtulan Kürt halkı, kurtulan Türk halkıdır. Bağımsızlaşan Kürdistan, demokratikleşen Türkiye’dir. Hatta bu konuda sınırlar da o kadar anlamlı değildir. Biz, sınır çizmeye bayılan bir hareket değiliz. Kaldı ki, bizim bir görevimiz de, sınırları giderek aşındırma hareketi olmamızdır. Yani sınır koymaktan ziyade, sınırları, özellikle anlamsızlaşan sınırları ortadan kaldırmayı esas amaç olarak belirleyen bir hareketiz. Hangi sınırları? Coğrafik sınırlardan tutalım insanların yüreklerine, beyinlerine kırmızı şeritler halinde çizilmiş sınırlara kadar olanları kaldırmaya kadar. Bunlar, düşmanlık sınırlarından tutalım her türlü insanlık dışı, saygısızlık, sevgisizlik sınırlarıdır. Dolayısıyla PKK, bunları da ortadan kaldırmanın adıdır.

PKK ulusal farklılıkları ve kültürel farklılıkları dikkate almakla birlikte, bunların düşmanlık temelinde kullanılmasına, kırmızı tehlike işaretleri biçiminde insanların yüreklerine, beyinlerine kazınmasına karşı çıkar. Bu anlamda yüzyıllardan beri, binlerce yıldan beri çizilen sosyal sınırların, siyasal sınırların, kültürel sınırların  -ki, bunların hepsini de egemen ve sömürücü sınıflar, halkların ve insanların aleyhine kullanmışlardır-  hepsine böyle bir karşı çıkma temelinde bir ideolojik yaklaşımımız var.

Bize göre insanlar farklı dilden, kültürden olabilirler. Bu onları sadece birbirlerine daha da yakınlaştırır. Farklı oldukları için düşman olmazlar, farklı oldukları için dost olurlar. Yakınlık duyarlar. Temel insan anlayışımız, farklılık, dar bir milliyetçiliğe, şovenizme götürme şurada kalsın, daha içten bir ilgiye, yaklaşım zenginliğine götürür. Bu bir insanlık gelişmesidir. Bununla insanlığı daha da zengince, kültür açısından, bir çok yetenek açısından kendisini üretmeye götürmelidir. Yoksa bir faşist de sınırları kaldırmak ister. Örneğin Hitler, Alman şovenizmini herkes üzerinde egemen kılmak ister, bütün dünya sınırlarını da kaldırmak ister, ama güttüğü düşmanlık, insanlığın tümünü hedef alır. Sonuçta bunun da bir kırım olduğunu iyi biliyoruz.

Burjuvazinin geliştirdiği böyle bir faşist sınırsızlaştırmaya  -ki, buna kozmopolitizm de denilebilir-  aşırı milliyetçilik denilir. İkisi de tehlikeli! Buna global bir tabirle emperyalizm karşılık vermek istiyor. Bunlar içinde insan farklılıklarının düşmanca kullanılması, bir bölüm insanın aleyhine kullanılması durumu vardır. Buna da “yeni dünya düzeni” veya global sistemin insanları ilerletmesi diyemeyiz. Tam tersine, bunu çürütmenin, daha çok genelleşmiş bir düşman dünyanın yaratılması olarak değerlendiriyoruz.

Bizim enternasyonal anlayışımız bu yaklaşımların tersidir. Tersi olmasının yanında, sosyalizm anlayışı, yeni insan anlayışı vardır. Yeni insanın emekle yaratılmasının, demokrasiyle ve ulusal eşitlikle bağlantısı vardır. Bunun için de bir insan, bir ulus kadar değer ifade eder. Bir ulusun da kendini ne kadar büyük nüfus olarak, ekonomik olarak güçlü görürse görsün, eğer tam da orada sosyalizm uygulanıyorsa, bir insan karşısında kendini eşit görmesi kadar, bir ilkesel uygulamaya bağlı hissetmesi söz konusudur. Böyle olursa tam barış olur.

Bu yaklaşım iddialı ve barışçıl yaklaşımdır. Ama böyle bir barışın gelişebilmesi için de, insanlara dayatılan oldukça baskıcı ve sömürüyle birlikte giden sisteme karşı sosyalizmin savaşımını, bir o kadar kapsamlı, derinliğine, çok zengin, somut koşullara bağlı olarak götürmeyi bilmek vardır. Böyle olursa enternasyonalizme de uygulansa, onun sonucunda savaş ve barış vardır. Enternasyonalizmin savaşı aynı zamanda uluslararası barışa götürür. Bunun için ilişkiler geliştirilebilir, her türlü diplomasi uygundur. Yeter ki bu anlamda enternasyonal bir mücadeleye, barışa hizmet etsin. Daha dar ittifaklar da kurulabilir.

Biz insanlığa kapalı değiliz. Ama bütün bunların anlam ifade edebilmesi için de somut olarak biz Ulusal Kurtuluş Savaşımını kazanabilmeliyiz. Unutulmamalı ki Kürdistan’da Ulusal Kurtuluş Savaşımını kazanmak, bugünkü insanlık gerçeğinde en büyük enternasyonal adımdır. Kürdistan’da kazanan insanlık, Ortadoğu’da da kazanır. Ortadoğu’da kazanan, bütün insanlık için de kazanır. Dolayısıyla ulusal kurtuluşçuluğa çok yönlü yüklenmek, günümüzün en güzide enternasyonal görevidir.

Zaten Türkiye için bu çok daha somuttur. Kazanan Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğu demek; eğer Türk halkı özgür ve demokratik olmak istiyorsa, kazanan kendisi demektir. Çok açık ki, bugün topyekün bir özel savaş vardır. Bu özel savaş yıkıldığında geriye özgürleşen Türk halkı kalır. Dolayısıyla geliştireceğimiz ittifaklar, her türlü diplomasiye, ulusal kurtuluşçuluğa hizmet etmeli, onu geliştirmeli; o da insanlığın hizmetini daha yüksek bir düzeyde zafer kazanmış bir devrim temelinde yerine getirsin. Zafer kazanmış bir Kürdistan Devrimi, ilk çırpıda Türkiye’nin, onunla birlikte diğer Türki cumhuriyetlerin, eğer ilişki gelişiyorsa Ortadoğu’daki Arap, Fars ve diğer halkların da hızlı enternasyonalize edilmesi olur. Bu da herhalde en az Ekim Devrimi kadar, doğru bir enternasyonalizmin başlamasına yol açabilir.

İnsanlık tarihinde, İslamiyet’te de, Hıristiyanlıkta da enternasyonalizm var. Böyle bir enternasyonal gelişmeye, bu devrim temelinde neden bir açılım, bir aşama yaptırmayalım?

Enternasyonalizme böyle yaklaşmak gerekiyor. Bu geniş soluklu olmayı, uzun vadeli savaşmayı gerektirir. Bir ömre de sığdırılamayacak kadar engin bir ruhla, oldukça uzun vadeye yaymayı ama güncel olarak da amansız bir ülke savaşımını esas alır. Hatta biz yalnız Kürdistan’da değil, dikkat edilirse, parti içinde de şiddetli bir savaşımı başarıyla vermeye kadar indirgeyebiliriz.

Biz PKK’nin istediği insanı yaratmak istiyoruz. Dikkat edin, PKK içinde yaratılan insan, yaratılan bir halktır. Yaratılan halk da, yaratılan insanlıktır. Ne kadar ulusalsa, o kadar enternasyonaldir. Ne kadar birey yaratılıyorsa, o kadar halksaldır. Örgütlenme anlamında da bu böyledir. Ne kadar örgütlü birey yaratılıyorsa, o kadar örgütlü parti, örgütlü bir halk yaratılıyor. Halka rağmen örgüt olmaz. Örgütlenmemiş bireyin halkı örgütlemesi düşünülemez. Savaşmayan kişilik, savaşan bir partiye de engeldir ve savaşan bir halka da yol açamaz. Bir kişi kendi içinde ne kadar örgütlü ve savaşıyorsa parti de o kadar örgütlü savaşıyordur. Dolayısıyla halk ve insanlık da bu kadar örgütlü ve savaşıyordur.

Bu ana kavramları belirledikten sonra, güncel olarak biz Kürdistan’da hangi örgütlerle ittifak kuracağız? Bu o kadar önemli değildir. İsteyen örgütle istediği bir biçimde, yeter ki ana ilkeye ters düşmesin, birlik kurulabilir. İlle de savaşsın diye bir şey de dayatmıyoruz. Ağzı ile iki kelime söylesin, o da bir mücadeledir ve yeterlidir. Ama yeter ki o da diğerlerine direnmeleri oranında layık olsun; onlara saygılı davransın, böyle bir demokrasiye kendini inandırsın. Kendisi için demokrasi, diğerlerine de diktatörlük diye sahte bir ikilemi dayatmasın.

Parti Önderliği

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here