Türk özel savaş sistemi ekonomiyi bir silah haline getirmiştir. Bir de bu fonlar meselesi var. Toplumu soyup soğana çevirerek parayı bir yere biriktiriyorlar. Daha sonra bu parayı dağıtacaklar. Aslında toplumun bütün mallarını, zenginliklerini, parasını önemli oranda enflasyonla, vergilerle, gaspla alıyorlar. Zaten tüm kaynaklar ellerindedir. Bir de gerekirse MİT, Darphaneden para ayırıyor. Yalnızca son yıllarda, yani devrimci savaşımımızın geliştiği dönemlerde basılan kağıt paralar, Cumhuriyet tarihinin beş-on katı mali yük getiriyor ve enflasyonu körüklüyor. Ardından halkın yoksullaştırılması yaşanıyor. Son tahlilde devletin elinde büyük para meblağı toplanıyor, diğer yandan da aşırı yoksul düşürülmüş halk oluşuyor. Ardından fonlarla damla damla akıtıyorlar. Müthiş susamış birisinin ağzına suyu damla damla akıttığında, o insanı nasıl kendine bağlarsan, bu insanlara da onu yapıyorlar. Adeta köpeğe kemik atar gibi davranarak, topluma kendilerini tam egemen kılıyorlar.
Ekonominin de, çok aşırı boyutlarda özel savaşa göre yeniden örgütlendirilmesi söz konusudur. Banknotların ve basının bize karşı kullanılması bir özel savaş politikası olduğu gibi, fonlar politikası, enflasyon politikası, vergi politikası, kaynakların aşırı sömürülmesi politikası, ihracat politikası, turizm politikası da aynı düzeydedir. Turizm politikasıyla, yabancılara Türkiye’nin güzelliklerini peşkeş çekiyorlar; ihracat politikasıyla da, milletin karnına girebilecek, yenilecek ne varsa, hepsini dışarıya satıyorlar. Para politikası hepsinin temelini oluşturuyor. Sonuçta, yalnız ekonomi silahı bile, özel savaşın çok gizli bir biçimde ve tüm toplum teslim alacak şekilde, hatta ajanlaştıracak kadar örgütlendirilebiliyor ve hiç kimseden de ses çıkmıyor.
Bir de “milli birlik-bütünlük” politikası var. Bu da ideolojik beyin yıkama politikasıdır. “Türklük tehlikededir, vatanın birlik bütünlüğü tehlikededir” deniliyor. Din ve Türklük, birlik ve bütünlük adına, gerici tarih, şovenizm ve aşırı Türk-İslam sentezciliği hortlatılıyor. Ardından bir de ekonomi silahını ve bütün bunların egemenliğini düşünelim. Yalnız bu silahlarla bile, bir toplumu koyun sürüsü gibi yüzyıl idare etmek zor değildir. Spor sonuna kadar, sanat sonuna kadar kullanılıyor. Geriye özel savaşın zorba çehresi kalıyor. Bunu da son dönemlerde aşırı tırmandırıyorlar. Dehşet yönüne biraz dikkat çekmiştik. Aslında bu da özel savaş politikasının bir özelliğidir. Adıyaman gibi, devrimci savaşımızın yeni yeni girmeye çalıştığı bir yerde, en son şehit ettiği yoldaşlarımızı paramparça etmesi, gaddar özel timin işi değil, üstten emirlerle yürütülüyor. Halkın dehşetle korkup bize yaklaşmaması için yapıyorlar. Aslında bununla kendi terörlerinin açık yüzünü gösteriyorlar. “PKK’ye yaklaşırsanız sonunuz böyledir” demek istiyorlar. En son Midyat gibi bir yerde, şehitlerimizin kafalarına çivi çakıyorlar ve arabalarla eziyorlar. Cesetler et yığını haline getiriliyor. Terör politikası gizli yapılıyor, fakat bu gizlilik sadece Türk halkından, dünya halkından gizliliktir. Her şey halkımızın gözü önünde yapılıyor. Halk görsün, korksun, kaçsın, ama Türk halkı duymasın! Hatta Türk halkını da biliyoruz; “teröristler, kadın-çocuk öldürüyorlar”, “bu teröristler devletimizin kökünü kurutuyorlar” diyorlar. Aslında bu düpe düz özel savaş tarafından yaratılıyor. Hem icat ediliyor, hem uygulaması yaptırılıyor. Sonuçta, “teröristlerin kökü kurusun” deniliyor. Dehşet verici, ama bir gerçektir. Boy boy fotograflar çekerek, bunu Avrupa’ya da taşırıyorlar. “PKK terörizmi”, “kadın-çocuklara karşı vahşi katliamı” diye propaganda ya-pıyorlar. Oysa gerçekler böyle değil! Terörizmin asıl güncel uygulayıcısı bunlardır. Dünya çapında siyonizmin destekçisidirler. Bize atfedilenler asılsızdır. Ama bakıyoruz ki, her şeyi kullanıyorlar. Bir bakıyoruz ki, Avrupa bile karşımıza çıkartılmış.
Türkiye’de özel savaşçılar, ekonomi, sanat ve siyasetin başı kılınmıştır.Muhalefet adı altında Demirel, İnönü, Ecevit gibi mostralıklar var. Bunlar zirvede buluştular. Aslında en çok kararlaştırdıkları husus şuydu; “PKK’ye karşı gizli savaş yürütülüyor, ağzınızı bile kıpırdatmayacaksınız”. Zaten Özal şunu söyledi; “efendiler buraya gelin, siz bana bakmayın, ben bir mostrayım, bu işi generaller istiyor” dedi. Aslında bu işin elebaşları; Kemal Yamak, Sabri Yirmibeşoğlu, Hulisi Sayın’dır. Generallerin temsilciliğini bunlar yapıyor. Basının yönetimini tamamen bunlar çekip çeviriyor. Aslında parlâmenterler ve kabine, figüran bile değiller. Özel savaş dairesinin beş-on generali aslında her şeyi başından beri yönlendiriyorlar. Bunlar çekirdekten yetişme, özel savaş generalleridir. Herkesi kıskıvrak bağlamışlar. Sözüm ona bunlar biraz muhalefet etmek istemişler. Bunları çağırarak “Özal-muhalefet çelişkisinden PKK yararlanıyor” dediler.
Demirel’in bir sözünü hatırlarsak, ayarlamaların ne kadar güçlü geliştiğini iyi anlarız. Şöyle bir hikaye anlatıyordu: Hz. Ali’nin karşısına bir çocuk, iki kadın çıkmış. Biri “bu çocuk benim” demiş, diğeri “bu çocuk benim” demiş. Hz. Ali de “bu çocuğu ikiye doğrayacağım, yarısını sana, yarısını da diğerine vereceğim” demiş. Gerçek ana, “ben hakkımdan vazgeçtim, çocuğu diğerine verin” demiş. Hz. Ali de onun gerçek ana olduğunu anlamış ve böylece mesele halledilmiş. Demirel bu hikayeyi her yerde anlatarak, “benim de durumum bu” diyormuş. “Vatanı böldürmemek, yani çocukları böldürmemek için, Özal gibi sahte bir anaya teslim ediyorum” diyor. Yani PKK’ye vatanı böldürmemek için, muhalefetten vazgeçtiğini anlatmak istiyor. Durumu çok açık, ama fıkrayla gizli anlatmak istiyor. Açık siyasi cümlelerle anlatırsa halk anlayacak. Çünkü o da özel savaşı gizli yürütmeye, en azından payende olmaya çalışıyor. İnönü muhalefeti bıraktı. Horoz döğüşünü andıracak bir muhalefeti bile yapmıyor. Eskiden horoz döğüşünü oynardı, şimdi onu da bırakmış. Sözüm ona PKK “terörizmi”nin ezilmesini bekliyor.
Demirel’in şöyle bir deyimi de var; “özel savaş zorlanıyor, zorlandığı için de PKK terörü sona ermez” diyor. “Biz yine de politikamızda ufak değişiklikler yaparak, bazı Kürtler için, bazı şartları düşünelim; mesela dili serbest bırakalım” diyor. Dili serbest bırakma bir hak veya özgürlük değildir. Dil, ağzımızı açtığımızda konuşturmak zorunda olduğumuz bir olgudur; bunun hakkı olmaz! Hayvanların bile kullandığı bir iletişim sistemi var. Hayvanlar da ses çıkarır. İnsanların da ses çıkarması, dilini kullanması biçimindedir. Bir insanın ağızını yasaklamak için, ağızını ancak çiviyle veya zincirle bağlamak gerekir. Kaldı ki, milyonlarca insanın herhalde ağızını zincirle bağlamak mümkün değildir. Dolayısıyla bu öyle hak verme işi değildir; tam bir sahtekarlık örneğidir. “Herkes yazabilir” denilse bile, bu da bir hak sayılmaz. Çünkü dünyada haklar bu temelde değildir. Türkler’de Kürtler için hak, hayvanlara özgü olan ses çıkarmalara verilen isim oluyor. Aslında bunu da iyi ortaya koymak gerekiyor. Bazları da kalkmış, bunu partilerinin programına alıyorlar. Gülünç bile diyemeyeceğimiz adilikler örneği. Demirel buna rağmen şunu söylüyor; “PKK terörü gündemdeyken, kesinlikle bunlar ağzına alınamaz” diyor. Hatta Demirel’e “ABD’nin sesi radyosu bile Kürtçe yayına başlayacakmış, buna ne diyorsunuz” diye sorulduğunda, “bu pişmiş aşa su katmaktır. Biz terörü ezmeye çalışırken, başımızı ağrıtmak için böyle bir radyo yayını nereden çıktı” diyor.
Aslında ABD, özel savaşın bütünüyle koruyucusudur. Fakat bu özel savaşın yıkılacağını biliyor. Belki bunun bir ayağı da kendine göre Kürt işbirlikçileri olabilir. Onlarla da ilgili politikası var. Kürtçe radyo, bu politikanın küçük bir uygulaması olabilir. ABD emperyalizminin çıkarları, ona bile tahammül edip kabul etmiyor. İnönü babasının hasoğludur; “özel savaşı Özal yürütemiyor, ben Diyarbakır’ı merkez yapardım, oradan çıkmaz, bastırırdım” diyor. Aslında o çelimsiz bacaklarıyla yapacağı fazla şey yok, ama babasının hasoğlu olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Burada önemli olan, onun fazla bir şey yapması değil, bastırma işinde ne kadar sevdalı olduğudur.
Bütün bunlar nedir? Özel savaşın muhalefete, hem de gizli biçimlerde ne kadar uygulatıldığını, hatta muhalefetin, Özal mostralığını bile geride bırakan bir mostralık içinde olduğunu gösteriyor. Yeterli görmüyorlar. “Niye erken bastırmadın, kökünü kurutamadın, bu bela ocağı niye halen tütüyor” diye Özal’dan hesap soruyorlar. Halbuki Özal da bütün gücünü özel savaşa veriyor. Özel savaş generalleri de kıs kıs gülüyorlar. Bu alçak adamlar çok iyi biliyorlar ki, dünyada en amansız uygulanan bir özel savaşı söz konusu. Güçleri ancak bu kadarına yetiyor. Bunu da yeterli görmeyen muhalefet ve sözüm ona bazı sahte solcular da “bu PKK ezilmedi de, biz reformist tezlerimizi hayata geçirelim” diyorlar. Onlar da bu temelde pişman! Onlar da bu temelde mostralık figüran! Yani figüranın figüranı! Çok acı bir durum! Bir an önce PKK ezilmeli ki, onlar da Türkiye’ye gelip icazetli politika yapmak için parti kursunlar ve bazı reformlar uygulasınlar. Bu özel savaşın etkisinin, muhalefete ve hatta sol muhalefete nasıl yansıdığını gösteren hazin bir gerçektir. PKK “terörizmi”nin kendilerini tasfiye etmesinden çekinen Türkiye’nin bir sürü sol hareketi var. TBKP “teröre karşıyız” diye demeç verdi. Dev-Yol artıkları, “PKK militarizmi, en az TC militarizmi kadar suçludur” diyecek kadar kendinden geçti ve alçaklaştı. Dürüst sol adına hareket edenler de, ne zaman eylemlerimiz dünyayı bilinçlendirip bütün halkı ayağa kaldırdıysa, ancak o zaman devreye girdi. “PKK yurtseverdir, PKK eylemleri devrimcidir, PKK eylemlerini desteklemeliyiz” dediler, ama ne zaman? Sağır Sultan bile duyduktan sonra. Halk isyanlarına dağdaki çoban bile sürüklendikten sonra. Halk ayaklanmasına öncü olması gereken sol güçler, “bunlar demokrasiye hizmet eder, anti-faşisttirler, karşı çıkılmaz, desteklenmelidirler” diyorlar, ama destek de hikaye gibi gözüküyor. Çünkü gerçekten destekleyecekleri konumları yok. Hiç olmazsa biraz gerçeği görebilmeleri önemlidir tabii. Fakat yaygaralarla PKK eylemleri üzerinde şüphelerin sürdürülmesine bir şey yapamıyorlar.
Bırakalım dışımızdaki solu, içimizdeki kontralar bile aynı tutumu sürdürdüler. İçimizdeki özel savaşın bekçileri, hem de gizli ve sinsi olarak, PKK silahıyla, PKK taktiğinin ve Kürdistan halkının canına okumak istediler. Yıllarca bir dost kazanmak için uğraşıp didinirken, bir çırpıda, bir eylemle, binlerce kişiyi bize düşman ettiler. Bunlar “eylemcilik” adına tam bir kontracılık yaptılar. Biz bir savaşçıyı çekmek için her şeyimizi ortaya koyarken, onların yüzlerce savaşçıyı kaçırtmaları söz konusudur. Aslında tanınmaz haldeler. Eğitmeye çalışırken, eğitimle oynama ve hatta disipline gelmeme; çok gelişmiş Parti taktiği yerine, ısrarla kendini dayatma çok yaygındır. Özel savaşın psikolojik boyutlarını da açığa çıkardık. Ülkesinden kaçan, ulusal kimliğinden kaçan, kişiliğinden kaçan tipler olarak bir türlü devrimci savaş kimliğine ulaşamama, sindirilmiş, teslim alınmış, duygularıyla oynanmış, bütünüyle yaşamdan iflas ettirilmiş kişiliği de sürdürme cesaretini gösterme, sonuçta objektif olarak özel savaşın önemli dayanaklarının Partimiz içinde boy göstermesi söz konusudur. Biraz Parti taktiğini dayatmaya çalıştığımızda, bunlar sıkışarak hemen düşmanın yanına kaçıyorlar. Hem de bir çoğu, sözüm ona ileri düzeyde komutanmış!… Onlarca devrimciyi, katletmeye karşı karşıya bırakıyorlar. Hiçbir eğitim yapmıyorlar, çok iyi dostlarımızı bir günde Parti’ye düşman ediyorlar. Bir de bunları militanlık adına, eylemcilik adına yapıyorlar. Bu da bir kontra pratiğidir, özel savaşın içimizde hortlatılmasıdır.
Subjektif temelde özel savaşla gizli bağlantı şart değildir. Belki de binde bir kişi bile böyle değildir. Ama binde bir kişinin yaydığı bir etki, taktiğe girmeme, gerillayı, kural ve taktiklerini işletmeme, Parti içi yaşamı yoldaşça yürütmeme, kendini konuşturmama, kendini dayatma, kendi çıkarını, egoizmini esas alma, bu temelde yetkisini kullanmama; tamı tamına özel savaşa alet olmanın özellikleridir ve yaygındır. Sizler de bunların özel savaşla ilgisi olmadığını iddia edemezsiniz. İlişkisi olduğunu çok somut olarak ortaya koyuyoruz. Bizzat Olağanüstü Hal Bölge Valiliği bunları meşhur ediyor. Bunların eylemlerinin nasıl özel savaşa hizmet ettiğini açığa çıkarıyor ve yayıyor. Özel savaş madem bunlara bu kadar güveniyor, bunlardan hayır görüyor ve bunların pratiğini kendi lehine çeviriyor; bu özel savaşla ilişkisinin olduğunu çok açık ortaya koyar.
Bir devrimci, özel savaşa alet olabilecek en ufak bir açık bırakmaz.
Halkla ilişkileri inanılmaz ölçüde net, dürüst ve son derece bağlılık temelindedir. Devrimci militan, sonuna kadar halka bağlı, sonuna kadar yurtsever ve aynı zamanda en güzel hitabetiyle, davranışıyla bir cazibe merkezidir. Bunu sergileme temelinde Parti içinde yaşar. Bunun anlaşılmayacak hiçbir yönü yoktur. Militan, bırakalım özel savaşa hizmet eden karmakarışık, her tarafa çekilebilecek, oynanabilecek biri olmayı; çizgiye sımsıkı bağlı, çizgiyi her türlü olumsuzluğa karşı savunan, doğru yolda her zaman örgütleyip eyleme çeken bir tiptir. Önderlik gerçeği çok yönlü olarak değerlendirilirse görülecektir ki, önderlik gerçeğini yaşamak; halkın özgürlük gerçeğini yaşamaktır, sosyalizmi yaşamaktır ve son tahlilde, kendi özgürleşmiş kişiliğini yaşamaktır. Ama ikiyüzlüce önderlikle oynamak, bunu da eski düzen kalıntılarıyla izah etmek, hemen hepinizin içine düştüğü vahim bir durum oluyor. Bütün bunlar neyi gösteriyor? Son tahlilde önderlik gerçeğine dayandığınızı veya bir özel savaş etkisi olduğunu gösteriyor. O halde, devrimci savaşımın yanındaysak, onun militanıysak ve hatta önderlik iddiasındaysak, her şeyden önce karşımızdaki özel savaşı bütün boyutlarıyla ve tarihsel temelde kavramak, özellikleri konusunda bir an bile bilinçsiz ve gafil olmamak zorundayız. Açık ve gizli yönlerini dehşet ve sahte kandırmacı yanlarını, yani kamçı ve şerbet politikasını, ekonomik boyutundan tutalım siyasal, askeri ve kültürel boyutuna kadar bütün yönleriyle gözden geçirmek, tanımlamak, nasıl yürütüldüğünü gözden geçirmek, uluslararası bağlantılarını, ülke içi bağlantılarını, işbirlikçi sınıf içindeki örgütlenmelerini, halk içindeki örgütlenişini, hatta Parti içindeki yansıtılışını bütün yönleriyle görmek durumundayız. Objektif ve subjektif yapılışını, örgütlenişini ve bu sahalardaki savaşımın adım adım nasıl geliştirildiğini görmek, bilmek, hem de öyle sıradan bir bilgiyle değil, özümsenmiş, ona karşı sonuna kadar duyarlılık kazanmış bir temelde kavramak çok önemlidir. Hatta buna birinci olarak, yaşam hattı; ikinci olarak, kendi devrimci savaşımımızın tarihsel haklılık temelinde uluslararası halk savaşlarının gelişimine ve özgürlüğüne bağlamak olduğunu söyleyebiliriz.
Kendi halkımız için, bu savaşı günümüze doğru nasıl ilkede ortaya koyduğumuzu, nasıl örgütlendirdiğimizi, nasıl halkımızı eyleme kaldırdığımızı sıkı sıkıya görmek, bilmek ve yaşamak zorundayız. Parti taktiğinin bu temelde amansız bir mücadele pratiğinin kızıl hattı olduğunu görmek, yalnız hattı görmek değil, onu sıcağı sıcağına yaşamak, bu hattın önünde durdurulmaz bir savaşçısı ol-maktır. Bu konuda değil “pratikle oynandı, haberim olmadı, taktik dışı kaldım” demek; taktiğin amansız uygulayıcısı olmalı ve taktiğin bağlı olduğu strateji mutlaka görülmelidir. Genelde Parti politikası her olguda nedir, dünyaya nasıl bakıyor, geleceği nasıl öngörüyor, kimlere nasıl dayanmak istiyor, basitten karmaşığa bütün gerekleri, ilişkileri nasıl ele almıştır, nasıl kurulmuştur, nasıl yürütü-yor, savaşın dönemlerini nasıl öngörmüştür, nasıl uygulamıştır, hali hazırda uygulanan dönem nedir, yakın geleceğe doğru nasıl evrim gösterir; bütün bunları da görmek, bilmek ve yaşamak gereklidir. Çokça söylendiği gibi, önderlik gerçeğine bağlıysa, önderlik gerçeği ne anlama gelir, nasıl oluşmuş, nasıl vücut bulmuştur, adım adım nasıl savaşılarak kazanılmıştır ve günümüze doğru gün be gün, hat-ta saat be saat nasıl boyutlanıyor; bunun da görmek, bilmek ve yaşamak gereklidir ve bu çok önemlidir.
O halde, bu temelde kendini düşmana karşı tam öngörüyor, yaşıyor ve kendi tarihini iyi biliyorsa, günümüzde halkının çıkarlarını iyi temsil ediyor, kendi Parti çizgisinin tamamen bilincinde, ikirciksiz, olağanüstü irade gücüyle yaşıyorsa, böyle bir militan kendi devrimci savaşımını, özel savaşın bütün yönlerine karşı başarıyla geliştirebilir. Böyle bir devrimci militanlık sergilenmeden de, karşımızdaki özel savaşı yenemeyeceğimiz açıktır. Çok hileli, çok açık ve gizli, aynı zamanda acımasız terörle, onun iç ve dış destekleriyle, manevi etkilenmesinden tutalım muazzam maddi olanaklarla yürütülmesine kadar karşı durmak istiyorsak, böylesi bir militanlığa ulaşmamız şarttır.
Düşman, insanoğluna has ne kadar yöntem varsa, hepsini özel savaş temelinde yeniden elden geçirerek, örgütleyerek bize dayatarak bu özel savaşı yürütüyor. O halde, bizim de insanoğlunda direnme adına ne varsa, örgütlenme adına ne varsa, vuruş adına ne varsa, yüreğinden tutalım diline kadar, ayağının sağlamlığından tutalım elinin sağlamlığına kadar, en temelde de beynine dayanarak tüm bunların da yoğunlaşmış ifadesi olan Parti’nin ideolojik, siyasi, askeri pratik yaşamına yüklenerek ve bu temelde çok yönlü bir devrimci savaşı bütün cepheleriyle yaşayarak, yaşatarak sonuç alabileceğimiz kesindir. Bunun dışında bir savaşçılık, özel savaş karşısında iflas etmeye mahkûmdur. Aynı şekilde, geliştirilmek istediğimiz biçimde kavranılacak bir devrimci savaşçılık karşısında da, özel savaşın tutunması imkansızdır. Ne kadar öncü örgüt zayıf da olsa, hatta iç ve dış dayanakları sınırlı da olsa, yeter ki bu konuda özel savaşa karşı, devrimci savaşta yer alması gerektiği gibi yer alınsın. Bu savaş, tüm yönleriyle yaşaması gerektiği gibi yaşasın. Bu savaşta nasıl başarıya gidilir? Her cephede nasıl yürütülür? Bunun bilinci ve en çok da bunun günlük eylem hattı içinde kalınırsa, böyle bir savaşçı militanlık karşısında da özel savaşın durması olanaksızdır.
Nitekim PKK’nin çok sınırlı da olsa uygulanan devrimci savaş pratiği, dayatılan özel savaşı, daha şimdiden fazla sonuç alamayacak bir noktaya getirdi. Sınırlı bir uygulama buna yol açıyorsa, tam uygulama özel savaşı iflas ettirebilir. Biz bunu öngörüyoruz ve buna güveniyoruz. Ama şartımız tamamen devrimci savaş gerçeğimizi yaşamaktır. Bu konuda Partimiz’in öngördüğü taktik önderlik hattı, hakkıyla temsil edilir, ikirciksiz karar, azim ve coşkuyla, bir o kadar da yaratıcılıkla yürütülürse, devrimci savaşımın zaferi kesindir. Devrimci zaferin kesinliği ölçüsü de; bütün özel savaşın alt ya-pısının, üst yapısının yıkılışı ve bu temelde demokrasiden tutalım ulusal kurtuluşa, insan haklarına kadar bir çok şeyi kazanmaktır. Bu Türkiye halk gerçeği için de böyledir, Kürdistan için de tamamen böyledir. Uluslararası alanda da en tehlikeli gerici mihraklardan, hatta insanlığın gövdesindeki bir kanser urunun koparılıp atılmasıdır. Bu anlamda kurtulan sadece Kürdistan halkı olmuyor, sadece Türkiye halkı da olmuyor; insanlığın kurtuluşu oluyor.
O halde, bu temelde yürüttüğümüz bir devrimci savaşa her şeyimizi vermek, sadece bir yurtseverlik görevi değildir, temel bir insani görevimize ulaşmaktan tutalım çağdaş insanlığa ulaşmaya kadar vazgeçilmez yoludur. Şüphesiz bu temelde ayağa kalkan, yine halkına umut olabilen, onu ayağa kaldırabilen PKK direnişçiliği, kendisini daha da derinleştirecek, kapsamlı hale getirecek, tam kılacak ve bu temelde de savaşarak mutlaka bağımsız ve özgür bir yaşamı kazanabilmek için her şeyi yutmak isteyen, sadece ulusal köleliği değil, amansız bir baskı ve sömürüyü uygulayan, bütünüyle insanlıktan çıkmamızı amaçlamış böyle bir özel savaşı yıkacaktır.
Kavranması gereken her şey kavranılacaktır.
Böylesi bir devrimci savaşın içindeyiz. Böylesine bir devrim savaşın hakkını vermeliyiz ve mutlaka kazanacağız!
Parti Önderliği