RIZGAR AMED
1.BÖLÜM
1. Giriş: Sosyolojinin krizi ve kuramsal güncelleme gereği
Modern sosyoloji, başlangıcından itibaren kapitalist modernitenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiş; toplumun gerçekliğini anlamak yerine, mevcut egemenlik ilişkilerini meşrulaştıran bir araca dönüşmüştür. Bu durum yalnızca teorik bir sapma değil, doğrudan doğruya devletçi uygarlığın düşünsel yeniden üretimidir. Önder Apo, özellikle son yıllardaki değerlendirmelerinde, bu ideolojik deformasyonu teşhir ederek, sosyolojinin tarihsel-toplumsal bağlamına geri döndürülmesini temel bir görev olarak tanımlamıştır.
Ona göre sosyolojiyi güncellemek, yalnızca bilimsel kategorileri yeniden kurmak değil; halkın yaşam gerçekliğine temas eden bir düşünme biçimini yeniden inşa etmektir. Bu nedenle Önder Apo, mevcut sosyolojiyi eleştirmekle kalmaz, onun karşısına devrimci bir alternatif olarak “özgürlük sosyolojisini” koyar. Bu sosyoloji, sadece toplumu açıklamakla yetinmez; onu dönüştürmeyi, örgütlemeyi ve yeniden kurmayı hedefler.
2. Bilgi anlayışı: Hakikatin nesnelliği değil, toplumsallığı
Kapitalist modernite bilgi üretimini, nesnellik ve evrensellik iddiaları üzerinden yapılandırmıştır. Ancak bu bilgi, Önder Apo’ya göre, iktidar merkezli uygarlıkların soyut aklına dayanmakta, toplumun tarihsel ve kültürel özgüllüğünü dışlamaktadır. Oysa hakikat, soyut değil somuttur; evrensel değil ilişkiseldir; teknik değil yaşamsaldır.
Önder Apo, bilgi anlayışını ahlaki ve politik bir düzleme oturtur. Hakikat, yalnızca kavramsal düzeyde değil; toplumsal bellekte, kolektif hafızada, halkların direniş deneyimlerinde yaşar. Bu nedenle bilgi, akademik bir uzmanlık değil; direnişin bir parçasıdır. Gerçek bilgi, dönüşüm yaratandır. Sosyolojiyi güncellemek, işte bu dönüşümcü bilgi biçimini yeniden canlandırmaktır.
3. Toplumun kavramsal çözümlemesi: Ahlaki ve politik bütünlük
Önder Apo’nun en temel katkılarından biri, toplumu yeniden tanımlamasıdır. Egemen bilimlerde toplum, bireylerin bir araya gelişinden oluşan mekanik bir bütünlük olarak ele alınır. Ancak bu anlayış, toplumun tarihsel ve etik doğasını görünmez kılar. Önder Apo, toplumun asli niteliğinin “ahlaki ve politik” olduğunu ifade eder. Bu yaklaşım, toplumun yalnızca maddi değil, etik ve iradi bir varlık olduğunu ortaya koyar.
Ahlak, burada bireyin içsel değer sistemi değil; kolektif yaşamı düzenleyen ilkesel ortaklıktır. Politika ise iktidar mücadelesinin değil; halkın kendini yönlendirme kapasitesinin adıdır. Kapitalist modernite bu iki damarı kesmiş; ahlakı bireyselleştirmiş, politikayı devletleştirmiştir. Sonuç olarak toplum, hem vicdanını hem yönünü kaybetmiştir.
Bugün kadın cinayetlerinden çocuk istismarına, kent yoksulluğundan göçe kadar birçok olgu, bu ahlaki-politik çöküşün doğrudan sonucudur. Bu nedenle güncel kriz, yalnızca ekonomik değil; derin bir toplumsal yapısal sorundur.
4. Direnişin pratiği: Bilginin örgütlenmeye dönüşmesi
Önder Apo’nun “ev ev, mahalle mahalle halkı örgütleyin” çağrısı, ne romantik bir söylem ne de taktik bir öneridir. Bu çağrı, sosyolojik bir zorunluluğun ifadesidir. Parçalanmış bir toplumda yeniden bir kolektivite inşa etmek, ancak yerel, yatay, doğrudan katılımcı örgütlenmelerle mümkündür. Mahalle, yalnızca bir mekân değil; toplumsal belleğin ve karşılıklı sorumluluğun somutlaştığı bir alandır.
Önder Apo’nun önerdiği sosyolojik dönüşüm, devleti merkeze alan değil; halkı merkeze alan bir toplum modelidir. Bu modelde bilgi, yaşamdan kopuk bir teori değil; pratiğe yön veren bir bilinçtir. Sosyoloji, ancak yaşamla buluştuğunda devrimci bir anlam kazanabilir. Aksi hâlde akademik kabuk içinde kuruyan bir teknik uzmanlığa dönüşür.
Bu bağlamda Önder Apo’nun sosyolojisi, direnişin teorik alt yapısıdır. Bilgi, burada iktidarın değil; toplumun elindedir. Ve bu bilgi, mahalle meclislerinden kadın komünlerine, ekolojik yapılardan kültürel inisiyatiflere kadar çok yönlü bir örgütlenme pratiğiyle hayata geçirilmelidir.
5. Sonuç: Sosyolojiyi güncellemek, yaşamı yeniden kurmaktır
Sosyolojinin güncellenmesi, yalnızca teorik değil; tarihsel bir sorumluluktur. Önder Apo’nun ortaya koyduğu yaklaşım, özgürlükçü bir bilgi rejiminin ve direniş temelli bir yaşam inşasının temelidir. Bu yaklaşım, mevcut bilim paradigmasının ötesine geçen; halkın, kadının, inançların ve ezilenlerin hakikatini merkezine alan yeni bir sosyolojik düzlem önerir.
Bu nedenle sosyolojiyi güncellemek, yaşamı güncellemektir. Yeni bir toplum tahayyülü, yeni bir yaşam kurgusu ve en önemlisi, yeni bir özgürlük bilgisinin inşası demektir. Bu çağrı, yalnızca akademiye değil; halkın tüm hücrelerine yöneltilmiş bir çağrıdır. Çünkü özgürlük, ancak örgütlü bilinçle mümkün olabilir. Ve örgütlü bilinç, doğru bilgiyle doğar.
2. BÖLÜM
Ortadoğu’nun siyasal yeniden dizaynı ve Demokratik Modernite seçeneği
Devlet sisteminin krizi yalnızca içeriden bir çürüme değil; dışarıdan gelen bir tazyikle de derinleşmektedir. Emperyalist güç merkezlerinin çıkar çatışmaları, bölgesel blokların konumlanışı, enerji hatları, su kaynakları ve demografik nüfus mühendislikleri, Ortadoğu’yu yeniden dizayn edilmesi gereken bir alan gibi değerlendirmektedir. Bu dizayn süreci, yalnızca askeri müdahaleler ya da diplomatik görüşmeler yoluyla değil; ideolojik hegemonya ve toplumsal mühendislik araçlarıyla yürütülmektedir. Dolayısıyla mevcut yapıların aşılması kadar, yerine neyin konulacağı da bölge halkları açısından tarihsel belirleyiciliğe sahiptir. Önder Apo’nun Demokratik Modernite çözümlemesi bu noktada salt bir karşı çıkış değil; inşa edici bir öneri olarak sahneye çıkmaktadır.
Ulus-devlet modeli, Avrupa’da oluşmuş tarihsel koşulların ürünü olarak, 20. yüzyılda Ortadoğu’ya dışsal biçimde aktarılmıştır. Bu aktarım, kültürel bütünlüğü değil parçalanmayı; halkların birliğini değil karşıtlaştırılmasını beraberinde getirmiştir. Bu modelin zor ayakta tutulabilmesi için sürekli baskı, sürekli militarizm ve sürekli kutuplaştırma gerekmektedir. Bugün Ortadoğu’nun yaşadığı temel kriz budur: yapay devlet sınırlarının ve kimlik dayatmalarının gerçek yaşamla çatışması. Önder Apo, bu krizi sadece tanımlamakla kalmaz; onu aşabilecek alternatif bir toplumsal modeli kuramsal ve tarihsel düzeyde sistemleştirmiştir.
Demokratik Modernite, ulus-devletin karşısına başka bir devlet biçimi koymaz; tam tersine devleti merkeze almayan bir toplumsallık biçimi inşa eder. Bu model, iktidarın merkezîleştirilmesi yerine yerel-demokratik meclisler ve konfederal örgütlenmeler üzerinden yaşamı düzenlemeyi esas alır. Kadın özgürlüğü, ekolojik denge ve halkların kültürel çoğulluğu bu sistemin temel taşıyıcı sütunlarıdır. Bu nedenle Demokratik Modernite, yalnızca Kürt halkı için değil; Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler ve bölgedeki tüm inançlar için ortak bir gelecek vaadi taşır.
Ortadoğu’da yeniden dizayn süreci ilerlerken, Önder Apo’nun paradigması bu gelişmelere karşı savunma pozisyonu değil; doğrudan müdahale ve yön tayini iddiası taşır. Bugün Ortadoğu’da kimi hareketler, bu paradigmayı parçalı da olsa pratiğe dönüştürmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye’de inşa edilen özyönetim modeli, bunun somut örneğidir. Ancak bu modelin sürdürülebilirliği, yalnızca askeri başarıya değil; toplumsal örgütlülüğe, kadın katılımına, kültürel çoğulculuğun derinleştirilmesine ve ekonomik alternatifliğin güçlendirilmesine bağlıdır.
Yeniden dizayn süreci, dışsal müdahalelerle değil; içeriden yükselen yeni toplumsal formlar yoluyla aşılabilir. Bu nedenle Önder Apo’nun çağrısı, çözüm süreçlerinin merkezine halkı koyar. Devletler masada çözüm konuşurken, toplumlar sokakta ve mahallede örgütlenmedikçe barış süreçleri manipülasyona açık kalacaktır. Demokratik Modernite’nin bu bağlamda temel özelliği, çözümü yalnızca merkezi aktörlere değil; yerel halk meclislerine, kadın komünlerine ve ekolojik birliklere dayandırmasıdır. Bu da çözümün sürdürülebilirliğini artırır.
Ortadoğu’daki siyasal yeniden dizaynın başarısı, halkların bu sürece nasıl yanıt verdiğiyle doğrudan bağlantılıdır.
Eğer halklar, Önder Apo’nun belirttiği gibi ahlaki-politik bir toplumsal kimlik temelinde kendilerini yeniden inşa edebilirlerse; bu, yalnızca bir çözümün değil, kalıcı barışın, eşitliğin ve özgürlüğün temelidir. Bugün Ortadoğu’nun ihtiyacı olan şey, yeni sınırlar değil; yeni anlamlardır. Yeni başkentler değil; yeni örgütlenme biçimleridir. Yeni ordular değil; yeni toplum modelleridir.
Sonuç olarak Demokratik Modernite, Ortadoğu’daki siyasal yeniden dizayna karşı salt bir savunma değil; alternatif bir inşa çizgisidir. Bu çizgi, Önder Apo’nun onlarca yıllık ideolojik mücadelesi, tarihsel analizleri ve halk temelli özgürlük paradigması ile bütünlük kazanmıştır. Çözüm süreci, bu çizginin halklar arasında kabul görmesi ölçüsünde gerçekleşecektir. Ve bu çizginin başarısı, yalnızca teoride değil; her mahallede, her evde, her kalpte hayat buldukça mümkün olacaktır.
Devam edecek…