KEMAL SÖBE
Kadın bir güne sığmayacak kadar çok büyüktür. Bir yıl içinde sadece 8 Mart’ta kadının hatırlanması kadına yapılmış bir saldırıdır aslında. Kadın hayatın en büyük aktörü olmaya layıktır. Erkeğin annesi ve doğuranı kadın olduğuna göre kadının yaşamdaki hakkı çok büyüktür. Kadının hayat içindeki aktif rolünün bitmesi, özde olmaktan çıkıp nesne olacak duruma düşmesi iktidar ve egemenlikle ilgilidir. İktidar ve egemenlik erkeğin gücüyle gerçekleştiği için, egemenlik ve iktidar-devlet koşullarında kadının fiziki zayıflığı kadın için bir dezavantaj olmuştur. Egemenlik savaşlarının olması doğal olarak erkeğin gücünü ön plana koyup, erkeğin savaşa gitmesine, savunmayı yapmasına, koruyucu güç olmasına yol açıyor. Toplumun, ülkeyi, kabileyi, aileyi koruyan güç erkek olduğuna göre, bu durum erkeğin gücüne güç katıyor, her şeyden erkeği sorumlu, yetkili ve etkili yapıyor. Hayat güç ile ölçülür oluyor. Güçlü olan her şeyin sahibi oluyor, her şeyden sorumlu oluyor. Bu koşullarda erkek her şeyin merkezinin kendisi olduğunu düşünüp, bütün gücün toplandığı alan olarak kendisini görüyor. Devlet ve iktidar erkeğin gücüyle şekilleniyor. Kadına bu alanda hiç yer bırakılmıyor. Bütün bunlar, sınıflı sistem koşullarında şekilleniyor. Savaşların nedeninin mülkiyete dayalı geliştiğini unutmayalım. Özel mülkiyetin ortaya çıkması devleti egemenliği ve buna bağlı olarak yayılmacı-emperyalist savaşları çıkarmıştır. Egemenlik koşullarında gerçekleşen ganimet savaşlarında esirlerin olması köleliğin temelini oluşturuyor.
Esir askerlerin köle ve hizmetçi olarak çalıştırılmaları, bir süre sonra iktidar elitinin bütün toplumu köleleştirmesine yol açıyor. Komünalizmin köleci sisteme evrilmesi, doğal toplumun yozlaşması, kabileler ve klanlar arası çatışmaların olması sonucu şekilleniyor. Kabileler arası çatışmaları tetikleyen en önemli neden maddi zenginliklerdir. Bazı bölgelerde kuraklıkların ve buna bağlı olarak açlığın olması, insan topluluklarını başka kabilelerin ürettikleri ürünlere, fazla ürünlere saldırmalarına yol açıyor ve bu durum rutin bir hal alınca, işte savunma gücü yani devletin ilk derme çatma çekirdeği böyle şekilleniyor ve kabileyi korumak bir mesleğe dönüşüyor. En güçlü olan kabilenin şefi oluyor, ki zaten komünalizmin tam olarak yaşanıldığı koşullarda da komünün lideri vardı ama komünün genel kararıyla komün yönetilirdi. Bazı maddi nedenler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan güvenlik nedenleri iktidarın ve egemenliğin temelini hazırlıyor. En güçlü ve en bilgili olanlar, burada, iktidar ve egemenliğin erkini ve elitini oluşturuyorlar. Topluluklar arasında rutin kavga ve çatışmaların olması, insan toplumunun doğal toplum dokusunu bozuyor, maddi sebeplere dayalı çatışmaların olması süreklileşince, toplumun bir savunma mekanizmasına ihtiyaç duyuyor ve tabi bu, bir süre sonra toplumu egemenlik altına alan bir aygıta ve günümüze kadar devam eden zengin-fakir-yöneten-yönetilen sınıflara yol açıyor. Güçlü olan zayıf olanı eziyor, topraklarını ve kaynaklarını ele geçiriyor ve bu durumda her şey hanedanlığın malı mülkü sayılıyor, toplumun çoğunluğu ise köle olarak görülüyor.
Bu koşullarda kadın normal bir köle olmaktan bile daha kötü bir durumla karşı karşıya kalıyor. İnsanın doğal insan karakterinde bozulmanın olması iktidar ve devletin ortaya çıkmasına ve özel mülkiyetin ortaya çıkmasına yol açıyor ve bütün savaşlar ve çatışmalar bu temelde başlıyor. Hırslar ve sahip olma ve duygusu engel tanımıyor ve doyumsuzluk insanı canavarlaştırıyor. İnsan sahip oldukça daha çok sahip olmak istiyor. Sahip olma ve güç olma paralel olarak gelişim gösterip, biri diğerini besliyor büyütüyor. İnsanın doğal mecradan çıkması, kirlenmesi, üretmeden, emek veremden, başkalarının ürettiklerine göz dikmesi insanı haydutlaştırmış ve doğal toplumun temeline dinamit koymuş yok etmiştir. İnsanlığın geliştirdiği bütün maddi ve manevi gelişimler, yani medeniyet devletin ve iktidarın kurbanı olmuştur. Devletin ilk derme çatma yapısı toplumu, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı savunma gücüyken, sonraları toplumun başına çullanan bir çete ve mafya aygıtına dönüşmüştür. Bütün bu savaşlar, çatışmalar insanın içindeki kötülüklerin sonucu olmuştur. Kötülük dışarıdan gelmiyor, insanın içinde çıkıyor ve insanı başkalaştırıyor. İnsan kendi doğal özünü kaybediyor. Bu ezilmişlik içinde en çok ezilen en zayıf ve en güçsüz olan olmuştur. Kadının en çok ezilen cins olması kadının fiziki zayıflığı ve erkeğin kendisini her şeyin sahibi olarak görmesi sonucudur. Devletin erkek egemenliğinin geliştiği alan olarak görülmesi bundan dolayıdır.
Günümüzde bile, devletin her şeyin sahibi olarak kabul edilmesi, toplumun doğal yaşamsal değerlerinin ve iradesinin yok edilmesi ve toplumun güvenliğinin devlete havale edilmesidir. Yani toplumu savunan aynı zamanda toplumun sahibi olarak görülüyor. Oysaki her şeyin üreteni toplum olduğuna göre her şeyin sahibi esasen toplumun kendisidir. İşte toplumun koruyucu gücü olduğuna inanılan devletin varlığı ve hayatın her alanına nüfuz etmesi toplumu devlete bağımlı hale getirmiş, düşünemez kılmıştır. Bundan dolayı toplum her sorunu için devletin kapısını çalıyor, devlete danışıyor. Devlet aslında, toplumu savunuyormuş gibi görünen ama aslında toplumun tepesine çöreklenene bir mafya topluluğudur ve toplumu iliklerine kadar sömürüyor. İnsanın on binlerce yıllık tarihini bilenler, insan toplumunun devletsiz yaşadığını ve yaşayabileceğini bilirler. Devlet aslında toplum için bir ur parçasıdır. Öyle sanıldığı gibi, devlet toplumu koruyan kollayan bir aygıt değildir. Ulus devlet maskesi toplum üzerinde devletin egemenliğini meşrulaştırmak içindir. Aksi halde devletin varlığı ve nedeni tartışılır.
Kadın sorunu görüldüğü gibi sadece kadın cinsinin özel bir sorunu değildir, genel insanlığın özgürlük sorunudur. Kadın erkek eşitliği de genel toplumsal özgürlük ortamında olacak bir şeydir. Bu bir insani gelişim yani kültürel ve sosyal gelişim sorunudur. İnsanın sosyal ve kültürel olarak gelişimi kadını tekrar hayatın öznesi yapacaktır. En büyük devrim insanın kültür devrimini gerçekleştirmesidir. Ancak kültür devrimiyle insanlık özgürleşir, değerli olur. Maddiyat tarafından kullanılan değil, maddiyatı kullanan sosyal insan ancak insana değer verebilir. Kadın ancak bu koşullarda özgür olur. Mesele sadece kadın meselesi değil, bir bütünen genel insanlık meselesidir. Genel insanlık sorunların çözülürse kadın sorunu da bunun içinde çözüme kavuşur. Kadın sorununu genel insanlık sorunları dışında ele almak ve bunun dışında çözüm aramak doğru olmaz. Çünkü kadın sorununun oluşması genel insanlık sorunlarının içinde oluştu. İşte genel insanlık sorunlarının çözümü özel olarak kadın sorununu da çözecektir. Özel mülkiyetten ve iktidardan uzak kalarak, sosyal ve kültürel olarak gelişim göstererek, komünal yaşam değerleri koşullarında insanlık tekrar insani değerlerle buluşur. Toplumun çok sorunu var, bu sorunlar içinde kadın sorunu da önemli bir yer tutmaktadır. Ancak genel toplumsal sorunlara çözüm bulunmasıyla herkes özgür olabilir. Zihniyet ve vicdan devrimi bütün insanlık sorunlarının çözüm yoludur. Yani insanın insanlık devrimine ihtiyacı var. İyi insan olmayı başarabilirsek bütün sorunları çözeriz. Önemli olan kötülüklerden kurtulmamızdır. Bunun için insanlaşma devrimine ihtiyaç var.