Türkiye’nin hiçbir Kürt oluşumuna tahammülü yoktur

0
127

Dış dengedeki yeni durum nedir? Reel sosyalizmin bir sistem olarak aşılması ve bir anlamda da kapitalist, emperyalist sistemle bütünleşme sürecine girmesi global bir bütünsel gelişmedir, dünya çapında bir gelişmedir; bir anlamda Kürdistan aleyhindeki uluslararası denge durumunun aşılmasıdır. Çok iyi biliyoruz ki bu durumun aşılmasıyla birlikte Türkiye’nin rolü azaldı. Ortadoğu’da ulusal kurtuluş mücadelelerine ve Sovyetler Birliği ile sosyalizme karşı bir kale olma konumu gözden düştü. İleri bir karakol olma rolü fazla anlam taşımıyor. Bu globalleşmenin etkisini, bir de bu yönüyle değerlendirebiliriz.

Diğer yandan yeni denge arayışlarının ortaya çıkması, İran’da devrimin gelişmesi, yine Irak’taki rejimin dengeyi zorlaması, ABD ve İsrail’in bölgedeki dengeyi kendi lehine çevirme istemi söz konusu. Ortadoğu petrolünün, hala üzerinde en çok durulan bir sömürü kaynağı olarak, kapitalist emperyalist çıkar tekellerinin hizmetinde tutulmak istenmesi, bilinen Körfez Savaşı, hatta daha önceki on yıllık İran-Irak Savaşı -ki buralar da Kürdistan üzerindeki baskı zincirinin güney halkasını teşkil ediyor. Yani bir yerde Kürdistan’daki statüko üzerindeki bir parçalanma hareketi olarak da düşünülebilir- ve ardından Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan süreç, buradaki zincirin kırılmasına yol açtı.

1990’lardan itibaren Güney Kürdistan kendini, beklemediği ve hazır olmadığı, kendiliğinden bir ayaklanmayla birlikte yeni bir sürecin içinde buldu. ABD’nin, Irak rejimiyle çelişkileri vardı. Kürtleri çok sevdiği için değil, bu tablo karşısında sırf rejimi baskı altında tutmak, kendisine dayanak olabilecek bir alanı elinde tutmak için Kürtlere veya Kürtlerin bir kesimine ilgi duydu, onlarla ilişki geliştirdi. Irak’ta daha da kararsız ve nereye varacağı belli olmayan durumlar, ABD ile Batılı güçleri ‘Çekiç Güç’ biçiminde bir askeri kalkanı da oluşturmaya ve bunu daha çok da Kürdistan üzerinde kullanmaya itti. Sonuç olarak, son derece kaypak ve her türlü gelişmeye açık bir Kürdistan parçası ortaya çıktı veya öyle bir durum yaşandı. Buldukları çare; bir federe Kürt hükümeti oluşturmak, bu hükümeti Irak’ın bütünlüğü üzerinde -ki, Kürdistan’ı bu bütünlüğün içinde görüyorlar- bir baskı unsuru olarak kullanmak, yine Güney Kürdistan’daki devrimci, yurtsever güçleri etkisizleştirmede kullanmak, halkın bağımsız inisiyatifini ve devrimci, yurtsever gelişmesini sınırlandırmak, en önemlisi de bu gücü PKK’nin halihazırda önemli bir yoğunlaşma ve savaşı geliştirme alanı olarak düşündüğü Botan’ı bir savaşım sahası ve giderek bütün Kürdistan’ı direnme sahası olmaktan çıkarmak için kullanmak oldu. Nitekim 1992’de yürüttüğümüz Güney Savaşı’nda federe devlete böyle bir rol biçildiği ve böyle kullanıldığı pratik olarak doğrulandı.

1992’de üzerimize geldiler, bunda NATO’nun da onayı vardı. Ve zaten Türk rejimi de bu temelde bir Kürt federe devletine bağlılığı hem destekledi, hem de korudu. Bundaki amacı; PKK’yi Güney’den tecrit etmek ve giderek Güney’deki Kürt işbirlikçi güçlerini PKK’ye karşı yöneltmekti. Bunda bir anlamda başarılı da oldu veya bunu kısmen gerçekleştirebildi. Tabii durum hayli karmaşık olduğu için, bunun uzun süreli olamayacağı da açıktır. Güney Kürdistan’da çelişkiler var; Irak rejimiyle çelişkileri, kendi aralarındaki çelişkiler ve İran’ın konumu var. Arap ülkelerinin durumu; Suudi Arabistan ve Suriye’nin tavrı var. En önemlisi de bu, Türkiye’nin asla rahat olamayacağı bir statüdür. Federe de olsa, işbirlikçilik temelinde de olsa Türkiye’nin Kürt sözcüğüne bile tahammülü yok. Ne yapıp edip bu oluşumu tasfiye etmek ve yetmiş yıllık statükoyu tekrar egemen kılmak isteyecektir. Bağdat Paktı, CENTO ve benzer statüler arayacaktır.

Bildiğimiz gibi bunun için bir üçlü zirve geliştirmek, en son Irak’ı da buna çekip, statükoyu tekrar egemen kılmak istedi. Buna karşılık çelişkiler hayli yoğundur. Yani İran-Irak, İran-Türkiye, Türkiye-Suriye, Suriye-Irak çelişkileri böyle bir statükoyu oluşturmaya fazla fırsat vermiyor. Ayrıca ABD’nin çıkarları ve “yeni düzen”i var. ABD bu “yeni düzen”de, Türkiye’nin gözü kara sömürgeci, emperyalist ihtiraslarına sonuna kadar evet diyemez. Çünkü kendi çıkarları zorlanacaktır. Türkiye de, en az ABD kadar emperyalist, sömürgeci yaklaşımla giriş yapmak istiyor. Taktik düzeyde de olsa, aralarında çelişkiler var. İran’la da, Suriye’yle de benzer çelişkileri yaşayacak. Dolayısıyla tam bir kargaşa durumu ve çelişkilerin her an patlak verebilir. Artık bundan kim kazançlı çıkar, nasıl kazançlı çıkar, şimdilik belli değil.

Son olarak KDP ve YNK denilen güçlerin karşı karşıya gelmeleri var. Güney’deki liderlerin aslında böyle bir çatışmayı istemediği söylenebilir. Fakat iç çelişkiler, aşiret ve kabile çelişkileri, Behdinan-Soran zıtlaşması ve en önemlisi de, ki belirleyici oluyor, Türkiye’nin bu federe oluşumu aşma ve bunu aşarken de kırk yıl boyunca geliştirdiği KDP işbirlikçiliğini egemen kılma, bunu da Irak rejimiyle, hatta kısmen İran’la anlaşarak bozma tavrı ortaya çıktı. Bunun büyük bir çıkmaz ve kabul edilmezlikle karşı karşıya geleceği de açıktı. Çünkü ABD biraz daha değişik bir Kürt federe sistemi istiyor. Belki de devlet olmasını ister. Yine Irak’ı, daha değişik bir biçimde kendine bağlamak istiyor. ABD, Türkiye’nin istediği gibi veya Saddam rejiminin bu biçimiyle kalmasını istemeyebilir. Türkiye’nin petrol boru hattı sorunu, ağır ekonomik krizi var, Irak’taki ekonomik talanı bile mutlak olarak kendi tekeline alma istemi var. Bu da hayatidir. Dolayısıyla ABD ile de çelişkisi olacaktır. Esas itibarıyla da, PKK’yi tamamen tasfiye etme planı söz konusu. Bu plan, son üç ay için planlanmış. Özellikle Genelkurmay Başkanı Güreş’in, sözümona Türk milletine verdiği bir söz var. “Bu sözün gereklerini mutlaka yerine getireceğim” diyor. Şimdi bir plan yapmışlar. Bu plan biraz da 1992 planlamasına benziyor. Fakat tümüyle de öyle değil. Bu, daha çok Türkiye patentli bir plandır. Bu planın, ABD’nin onayını ne kadar aldığını söyleyecek durumda değiliz. Bu planın arkasında muhtemelen Almanlar ve Fransızlar olabilir. Hatta belki Rusya’nın fazla ses çıkarmaması da söz konusu olabilir. Yine İran’ı da bu plana dahil etmek isteyebilirler. Zaten bu yönlü girişimlerin olduğunu da biliyoruz. Demirel’in bizzat İran’ı ziyaret etme kararı var. Demirel aceleyle Mısır’a gitti, büyük bir ihtimalle amacı, Arap ülkelerinden biri olan Mısır’ı da bu plana dahil etmektir. Tıpkı Irak’ın Kuveyt’e girişinde Mısır’ın oynadığı role benzer bir rolü, Kürdistan’daki bu durum için de yaratmak isteyebilir. ABD de bunu yönlendirebilir. ABD ile çelişkileri var, belki içinde olmaz diyoruz, ama bir yönüyle de bu planı destekleyebilir.

Aslında bu anlamda durum karmaşıktır. Kim, ne kadar bu planın içindedir? Burada bilmemiz gereken; ağırlıklı olarak Türkiye’nin bu plana öncülük ettiği, İngiltere’nin ve dolayısıyla ABD’nin fazla desteklemeyeceğidir. Bir ambargoyu delme sorununu düşünelim: TC’nin daha çok da Irak’taki rejimle geliştireceği sağlam ilişkilerle, petrolden ve yine oradaki ekonomik gelişmelerden pay almak için öncülük yapması bir rahatsızlık yaratıyor. Ama buna mecbur. Çünkü sosyal yaşamda ekonomik kriz, yine siyasal istikrarsızlık çok şiddetli. ABD istemese ve İngiltere fazla desteklemese de veya zamansız bulsa da yönelecektir. Hatta en belirleyici olan aslında bizim gerilla olarak varlığımızı sürdürmemizdir. Bizim de 1994 bahar hamlesine yönelik yaklaşımlarımız, bu konuda çok yönlü geliştirilen çözümlemeler, hazırlıklar ve bunları hayata geçirmek için anlamlı bir döneme girişimiz söz konusuydu. Bunun için, bahar aylarında her yönüyle önemli bir gelişmenin yaşanacağını, Kürdistan çapında derinliğine, genişliğine bir gerilla ve halk hareketliliğinin yaşanacağını ve sonuca gideceğini gördük. Düşmanın, TC’nin, onun özel savaşımının bunu görmemesi, görüp de karşıt bir planla değerlendirmemesi mümkün değildi. Nitekim tarihsel bir geçmişe sahip olan Türk Genelkurmayı veya Türk siyasal ve askeri çevrelerinin uyuyacağını sanmak gaflettir. Hatta onların bizden çok daha fazla organize hareket edecekleri bilinir. Öyle ki, onların bizden daha erken, biz daha bahar hamlemizi başlatmadan, aniden Güney’e bir saldırıları oldu. Bunlar yıldırım tarzındaki saldırılardı ve ivmeyi verdi. Özellikle KDP’ye “Senin için de önemli bir tehlike arz eden PKK’yi darbeledim, gerisini sen tamamla” dedi. Nitekim küçük bir çatışma bahane edilerek, KDP saldıran taraf durumuna geçti.

KDP ne kadar bu planın içinde, ne kadar hazırlanmış, o da ayrı bir konu. İşbirlikçi güçtür, hakim iradeye bağlıdır. Hakim irade istedi mi, çeşitli yöntemlerle bu çatışmanın içine çekilir. Nitekim çekildi de. Bağlı güçtür, yani başka türlü yapamaz. TC, bu planla Güney’i kontrol altına almaya çalışırken, önünde Yekiti, bağımsız halk toplulukları vardı, eksik olan KDP otoritesiydi. Ve KDP’nin Irak rejimiyle anlaşma durumu da var. Diğerleri buna engel teşkil ediyor. Özellikle Talabani önderlikli yurtsever kesimin sindirilmesi gerekiyor. Irak çapında Barzani önderlikli bir otonomiye herkesin evet demesi gerekiyor. Evet demesi için de böyle bir saldırı planına ihtiyaç var. TC’nin bunu dayattığını sanıyoruz. KDP de bunu uygulamaya geçirdi. Karşılık bulmasıyla birlikte, Güney’deki bu yeni çatışma durumu ortaya çıktı. Bütün emperyalist güçler bunun böyle gelişmesini istemeyebilirler. Dediğim gibi, Türkiye hem ekonomik ve siyasal açıdan, hem de bahar hamlemizden duyduğu korkuyla buna mecburdu.

Düşmanın taktiği ne kadar akıllıcadır? Bunu hep akıllıca yapar, hep ileri düzeyde yapar, hep başarılı yapar diyecek durumda değiliz. Aslında düşman tıkanmış, bir çıkmazda bulunuyor ve dolayısıyla her an bir çılgınlık yapabilir. Çılgınlıklarının sonu da hep lehine olmaz, aleyhine de olabilir. Zaten düşmandan, özel savaş gücünden başka türlü bir hareket de beklenemez. Bir şeyler yapmak zorundadır ve nitekim böyle şeyler yapıyor. Bunun sonucu ne olabilir? Bunu günlük gelişmeler gösterir. Nereden bakarsak bakalım, bu yeni bir durumdur. TC bölgesel statükoyu zorlamak ve eski statükoyu yeniden kurmak istiyor. Bunun başarılabilmesi için, Irak’ta Saddam önderlikli otoritenin Irak genelinde hakim olması gerekir. Bu hakimiyet TC için her ne kadar Kürt hareketini bastırmada çok iyi bir zemin yaratsa da, bölgesel güçler için olsun, ABD başta olmak üzere irili-ufaklı bir çok devlet için olsun aynı oranda yararlı olamaz. Bu devletlerin çıkarları tehlikededir. Şimdi bu ciddi bir çelişki durumudur. Zaten bu çelişki biraz ortaya çıkıyor ve gelişeceğe de benziyor. En önemlisi de bir adım atıldı. Bunu KDP’ye yaptırtmak istedi. KDP’nin bunu başarma durumu var mı, yok mu? Başarması için birden bire ezmesi veya tek otorite haline gelmesi gerekiyor.

Mevcut çelişkiler ortamı ve en önemlisi de bizim durumumuz bunu sineye oturtmak için uygun değil. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, Güney’de başarılmış, tamamen yeni bir otonomi çerçevesinde Türkiye, Irak, hatta İran’la bütünleşmiş bir KDP, gerçekten Kürt yurtsever hareketinin, bağımsızlık hareketinin özellikle son yirmi, otuz yıllık gelişmesini bitirmeye götürür; çağdaş ulusal kurtuluş hareketinin bütün kazanımlarını bitirir. Bu, kuşkusuz büyük bir kaybetme olur. Özellikle PKK önderliğinde ortaya çıkan son yirmi yıllık gelişmeler büyük darbe alır. Bunun sineye kolay oturtulamayacağı ve kolay kabul edilemeyeceği çok açık. Böylesi sinsi, son yirmi-otuz yılın bütün kazanımlarını elimizden alabilecek bir plana karşı, devrimci hareketin, yurtsever güçlerin, özellikle ister reformist, ister devrimci olsun işbirlikçi olmayan bütün ulusal demokratik güçlerin tavır geliştirecekleri bellidir. Son yıllarda bu güçlerde gelişme de oldu. En başta PKK önderliği çok ileri değişmelere yol açabildi. Dolayısıyla anlaşılması gereken; bu planın PKK’nin devrimci, yurtsever ve bağımsızlıkçı eğilimine karşı bir plan olduğudur. Temel hedefi budur. TC, aslında bu temel hedefte sömürgeci ve emperyalist güçlerle stratejik olarak anlaşmıştır. Fakat sıra bunu günlük pratik hayata geçirmeye gelince, çelişki o kadar dal-budak salmış, o kadar karmaşıklaşmış ki, bir çok sorun ortaya çıkıyor. TC, stratejik açıdan PKK’nin “terörist” olduğunu bütün dünyaya kabul ettirmek ve bunu Avrupa çapında onaylattırmak istiyor.

Yine PKK, bir Kürdistan ortaya çıkarmak istiyor. Buna karşılık TC, sömürgeci devletleri bölgesel statükoya çekmeye çalışıyor. İki tezi sürekli işliyor ve bunun pratik adımlarını da her yere taşırmak istiyor. Avrupa’da da çatlaklık boy gösteriyor. Çünkü TC’nin Kürt hareketini toptan inkar etmesi ve katliamcı yaklaşması söz konusu. Bunu ortaya çıkarıyoruz. Aynı şeyi, sömürgeci devletlerle sürdürmek istiyor. Biz bu devletlere de ‘TC, kendisi egemen olmak istiyor, Irak Kürdistanı’na da egemen olacak’ diyoruz. Dolayısıyla Irak rejimi de, Suriye de, İran da fazla güven duymuyor. Genelde Kürt tehlikesine karşı bir anlayış birlikteliği olsa da, bu anlaşma somut pratikte hayat bulmaktan çok uzaktır.

Devrimci taktikler tam da bu noktada devreye girer. Taktik alan dediğimiz güncellik, ona anlam verme ve ona yüklenme durumu ortaya çıkar. Nitekim PKK’nin de bu konuda bazı tecrübeleri var; KDP’nin bu sinsi yaklaşımlarına karşı çok hazırlıklıyız. Yirmi yıldır ideolojik, siyasal ve pratik anlamda buna karşı doğru tavırları geliştirmekle görevliyiz. Her ne kadar bu taktiği doğru hayata geçiremeyen militanlar veya özellikle Güney çalışmalarında bunu başaramayanlar olsa da, taktiğimiz esas olarak KDP’nin işbirlikçiliğini önleme biçiminde kendini ortaya çıkarır. Sürekli bir karşılık verme durumu vardır. Bu, Güney Savaşı’nda çok daha etkili bir biçimde ortaya çıkarıldı. İdeolojik olarak netleşme ise sürekli gündemdedir. Pratik olarak da, onların etkisi altına girebilecek durumlara yol açmıyoruz. Bağımsız, inisiyatifli alan tutmalar, yani Kürdistan somutunda epeyce gerilla alanları ortaya çıkarmamız, KDP’ye dayalı taktikleri boşa çıkaracaktır. Nitekim TC’nin bu yönlü bir çok girişimi boşa çıkarıldı.

TC, biraz da KDP’ye dayanarak koruculuğu geliştirdi; Uludere, Hakkari koruculuğunu geliştirdi. Fakat bunlar da TC için bir bütünen çare olmaktan uzaktır. Belki bizi biraz engelledi, bize çok zarar da verdi, ama önemli oranda gelişmemizi önleyemedi. Nitekim büyük bir mücadele devam ediyor. Sınır boylarında halen tutunan ve güç toplayan biz olduk. En son planla aslında yetmiş adet karakol geliştireceklerdi, geliştiremediler; tampon bölge oluşturacaklardı, oluşturamadılar. Bunları gerçekleştirememeleri, onları bu son planı daha bir çılgınlıkla hayata geçirmeye götürdü.

Öyle görülüyor ki, tarihsel, bölgesel ve Kürdistan içi dengelerin çok yakından etkilediği bir durumla karşı karşıyayız. Karşı devrimin, TC özel savaşı önderliğinde tırmandırmak ve adeta başarıyla hayata geçirmek istediği bir plana karşılık, bizim de yıllardır geliştirmek istediğimiz bir devrimci perspektif ve taktik söz konusudur. Güney’i bütünüyle devrimci, yurtsever güçlere ve esas olarak da bize kapatma, Güneyli korucuları Kuzey’in üzerine sürerek bitirme, hem de önümüzdeki üç aylık bir süre içinde bunu tamamlama biçiminde, ki bu süre yıl sonuna kadar uzatılıyor, çok tehlikeli bir plan var. Böylelikle hem tarihsel anlamda, hem de güncellik anlamında ulusal kazanımları, yine devrimci-özgürlüksel kazanımları toptan elimizden alabilecek, eğer önlenmezse belki de bundan sonrasını toptan karanlık bir biçimde halkımızın ulusal bağımsızlığı ve özgürlüğü aleyhinde geliştirebilecek türden bir duruma yol açılmış olur.

Biz, bu günlerde düşmanın bu özel savaş planına karşı bir adım daha atacağız. Devrimci tutumda biraz ısrarlı olanların bu planı kabul etmeleri veya düşünmeleri şurada kalsın, tüm güçleriyle buna karşı direnecekleri ve kendi devrimci taktiklerini oturtmak isteyecekleri açıktır. Zaten partimiz buna hazırlıklıdır. Fırsat kolluyoruz, adım adım bu fırsatların hazırlıkları içindeyiz. Deneyimimiz de, çalışmalarımız da epey var. En önemlisi de, Güney’de atılan bu son adımın bazı yurtsever güçlerce tepkiyle karşılanması, Kürt federe devleti diye tabir edilen birlikteliğin kuşku götürmesi, bir yerde işlemez duruma gelmesi ve devrimci duruma benzer bir durumu ortaya çıkarması görülecekti, değerlendirilecekti. Yapılan da bu oldu.

Parti Önderliği

20 Mayıs 1994

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here