Devrimin kendisinin bir sanat olduğunu unutmazsak ve sanatın da insan davranışlarını kabalıktan kurtararak incelten yönü olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Gerek doğada, gerek toplumda insan ufkunu sınırlayan, onu zorlayan, yaşam gücünü kısıtlayan çeşitli zorluklara karşı yaşamı anlamlı kılan, her şeye rağmen uğruna bir çok şeyimizi feda ederek, onu yücelterek yaşamamız gereken bir olgu olduğunu biliyoruz. Bu noktada yapılan faaliyetin sanat olduğunu belirtmek gerekir. İnsanların bu konudaki etkileri bilinmektedir. İnsanın doğayla olan teması, toplumun içindeki temasları, ona sürekli sanat ihtiyacını hissettirir.
Devrimin doğuşunda bile sanatın izleri araştırılırsa, bir zorunluluktan kurtulma isteğidir. Bu sıkışıklıktan yeni bir durum yaratarak, bir özellik yaratarak kurtulma isteği oluyor. Bu konuda bazı teknikler geliştiriliyor ve yüceliyor. Yücelme ne kadar ayrı bir alemi yansıtmıyorsa veya başlı başına bir maddi gerçeklik değilse, insanın vazgeçilmez bir özelliğidir. Öyle görülüyor ki sanatsız bir insan, ya da toplum düşünülemez.
Bir çok sanat ekolü tarihçesiyle birlikte ele alındığında, çok ciddi bir ihtiyacın karşılığı olarak ortaya çıktığı gibi, her gelişen toplumun, aynı zamanda sanatta da bir gelişmesinin olduğu, en gelişmiş toplumların sanatta da bir öncülük durumları olduğu görülecektir. Biz sanatın tarihçesini, çeşitli ekollerini, ayrıntılı olarak inceleyecek durumda değiliz. Ama faaliyetlerimizi kabalıktan, aşırı gerçeklikten arındırmak, ona gereken yüceliği vermek için, yine toplumumuzun özellikle yaşadığı sömürgecilikten ötürü içinde bulunduğu, kaba, tahammül edilmez durumundan kurtuluşumuzda sanata rolünü oynattırmalıyız. Bunun için Parti içinde kabalıktan arınma, ilişkilerde daha çekici, daha güzel olan biçimi yaratma açısından bu konudaki özellikleri edinmek, geliştirmek büyük önem taşıyor.
Özellikle yazılı ifadenin, siyasal ifadenin çok zayıf olduğu toplumsal koşullarda, sanatın işlevi daha fazla ağırlık taşımaktadır. Devrim sürecine girişte, toplumu ayağa kaldırmada devrimci sanatın rolü daha da bir anlam kazanır. Daha fazla yükselmeyi gerekli kılar. Hele hele yurtseverlik savaşımında hemen hemen bütün duygular şekillenir, yeniden canlanır. Buna devrimin ihtiyacı temelinde yaklaştıkça, yurdun yeni bir yurt, bir toprak parçasının bir yurt haline getirilmesi duygu ve düşüncesinden başlamak gerekir. En özgür ifade tarzına ulaşmaya, kişiliklere ve kurumlara ulaşmaya kadar, bir çok alanımızı bir sanat inceliğiyle işleyeceğiz. Onlara her şeyi katacağız. Bu, faaliyetimizin daha canlı, coşkulu geçmesine götürür.
Bu konuda da eleştrilecek bir çok yönümüz vardır. Devrimci sanat faaliyetlerini engelleyen eski tarzın kalıntılarının etkisi söz konusudur. Özde ve biçimde haddinden fazla karikatürize olma durumu yaşanıyor. Sanat gibi çok soylu bir faaliyetin güçlü bir eğitim istediği, sağlam bir teorik temel, yine sağlam bir siyasi çizgiye dayalı olarak gelişmesi gerektiği tartışma götürmez bir gerçektir. Bu konudaki faaliyetlerimizin, kapsamlı bir dünya görüşünden uzak, temel siyasal çıkarları göz önüne getirmeyen ve böylece çok dar bir muhtevayla aşırı bir biçimselliği veya biçimsizliği yaşama durumunda kalması kaçınılmaz hale geliyor. Bunlar da faaliyetlerimizin önünde zaman zaman engel durumuna geliyor.
Sanatçı kişiliği, yani artist kişilik özünde en seçkin kişiliktir. Toplumumuz buna gereken anlamı veremez. Düşürüldüğü, soysuzlaştırıldığı için bir çok değerde olduğu gibi buna da gerektiği gibi yaklaşmaz. Her toplumun çeşitli sanat etkinliklerinde çok değer verdiği kişilikler söz konusudur. Sözün en iyisinden, sesin en iyisinden tutalım bu konuda çeşitli spor dallarında en güçlü başarıyı sağlayan kişiliklere kadar verdiği değer çok açıktır. Her toplumda bu tip ögeler vardır. Ve bunlar sürekli alkışlanır. Sömürgeciliğin, bir çok toplumsal duyunun etkinliği üzerinde katliam yürüttüğü biliniyor. Bu alanda da tam bir katliam söz konusudur. Türk sömürgeciliği toplumun sanat değerleri üzerinde özellikle folklor, müzik ve kültürde tam bir imha yürütür. Önce imhayı, ardından da asimilasyonu dayatır.
Kültür sömürgeciliği çok ileri bir safhada gerçekleştirilir. Hatta günümüze, özellikle 12 Eylül faşist rejiminin çok sinsice geliştirdiği bir kurum söz konusudur. Sert baskı dönemlerinin sahte kurtuluş yollarını geliştirir. Bazen kitlelerin içinde yaşlı ve orta yaşlı kesimleri din etkisi altına alırken, özellikle genç kesimi sahte bir boşalma etkisi altına alır. Bunu da özellikle spor ve müzik biçimleriyle yapar. Onları uyuşturur ve devrimden kopartmada bu yöntemle hayli başarılı olur. Bu konuda yaptığım inceleme çalışmalarında, aslında karşıdevrimin belki de çok bilinçli planlamasıyla yürütülen bir faaliyetinin söz konusu olduğu kanaatindeyim. Özellikle hareketimizin ortaya çıkışıyla birlikte, kitleleri yurtseverleştirmede önemli bir rol oynayabilecek müzik gibi bir alana el attığını görüyoruz. Sadece el atmakla kalmadı, çok kapsamlı bir uygulama yaptığını da görüyoruz.
Kürdistan yurtseverliği önce Kürtçe türkülerle kendini biraz açığa vurmak istedi. Bunun üzerine sömürgecilik, 1975’lerden sonra bazı türkücüler ortaya çıkardı. Bunlar bir numara yapıldı. Özellikle de bizim kitlemizin yoğun olduğu alanlarda en çok özümsenmek durumuda olan ve hepsi de faşizme övgüler yağdıran müzikler ortaya çıktı. Örneğin ‘asker, mehmetçik’ üzerine türkü söylemekten tutalım, her türlü yoz ve her türlü uyuşukluğu getiren müzik parçaları yaygın bir biçimde piyasaya sürüldü. Bu konuda, her sanat olayında kitlelerin, halkı ilgilendiren bir durumu da söz konusudur. Onun acılarını, onun duygularını dile getirmede bir rol oynamazsa, kimse onların arkasına takılmaz; ama bu eğer karşıdevrimci bir felsefenin ustaca uygulaması biçiminde ortaya çıkıyorsa, onun icazeti dahilinde hareket ediyorsa, onun emirleriyle devrimci etkinliğe karşı kullanılıyorsa, bu tehlikeli olur. Kaldı ki halkın üzerindeki etkisi, çok daha tehlikeli sonuçlara yol açar, çünkü güçlendirilmiştir.
Kısa bir örnek verirsek, İbrahim Tatlıses 1978’lerden itibaren bizim hareketin gelişmeye başlamasıyla öne sürüldü ve “şu yarışmalarında birincilik aldı” denildi. Bir kaç yıl yaygın bir biçimde böyle yapıldı. Biz ülkede bu konuda yasaklamalar getirdikten sonra, Avrupa’da bu faaliyetlerimizi geliştirmek istedik. Ardından bizim gecelerin yaygınca yapıldığı dönemlere denk gelen tarihlerde o da tüm kentlerde bir konserler zinciri başlattı. Bunlar da da kesinlikle devletin bir güdümlendirmesi söz konusuydu. ‘Doğu’ kökenli, Kürt kökenli geçinen, ama son tahlilde devletin uyuşturucu politikalarına hizmet gören kişilikler olarak, bunlar lanse edildi, popülitesi geliştirildi. Devrimci sanatın işlevini, daha halka ulaşmadan, tam rolünü oynamadan bertaraf etmeye çalıştılar. Özellikle yeni gençlik, 12 Eylül’den sonra kendini bulmaya çalışan, 12 Eylül geldiğinde ononbeş yaşlarında olan kesimin duygularını çarpıtmada ve acıya, gözyaşına boğmada, muazzam bir bireyciliği yansıtmada bir tipe ihtiyaç duydu. Bu Emrah denilen genç, Diyarbakırlı’dır. O da bu tarzda ortaya çıkarıldı. Sözüm ona Amerika’nın zencisini bile ayağa kaldırıyormuş. Bunlar şişirmedir aslında. Biraz daha araştırılırsa, MİT’in ortaya çıkardığı bir ürün olduğu tespit edilebilinir.
Spora da bu temelde el atıldığını biliyoruz. Bir Malatyaspor, bir Maraş’taki spor takımları bu temelde kullanılıyor. Daha önce devrimci mücadelenin geliştiği alanlarda sahte bir ilgiyle yoğun coşku yaratarak, eski toplum çelişkilerinden geçici de olsa uzaklaştırılmak isteniyor. Bunun gibi daha bir çok karşıdevrimci uygulama gösterilebilir. Bu dönemin sanat alanında bir yıkımı yaşadığı, çeşitli demokrat Türk yazarları tarafından ortaya konuluyor. Bunları iyi incelemek gerekir.
Kültür faaliyetleri bunları kapsamlı bir biçimde ele alıp, sağlam bir inceleme ve araştırma yapar. Bununla da yetinmez, bu konuda doğrudevrimci bir yaklaşımın esaslarına iner, eğitimini yapar ve ifadesini de sağlam bir biçimde ortaya koyar. Ne yazık ki, bu konuda her alandaki bütün devrimci faaliyetlerimizde olduğu gibi, bu alanda da muazzam bir yetersizliğin yaşandığı, biraz kendiliğinden bir gelişmeyle birlikte, daha sonra bir tıkanmanın, bir çözümsüzlüğün, giderek bir yozlaşmanın ortaya çıktığı tespit edilebiliniliyor. Fazla üretici olamama, yeni gelişmelere cevap verememe, bunun büyük yaratıcılığını yapamama durumları ortaya çıkabiliyor. Sanat, baştan sona yaratıcılık olayıdır. Bunun yerine büzülme, kendini zor bela idare etme, bunalıma girme durumları yaşanabiliyor.
Geçmişte Türkiye’de de bu konuda önce büyük bir devrimci çıkış, daha sonra paraya yönelme durumları oldu. Sanatçı kişilikte gelişme olmadı mı, basit yaşama ilgi duyar ve böylece de kendi yaratıcılığı kesilir. Bizde de bunun örnekleri vardır, bunlar iyi biliniyor. Ulusal, yurtsever mücadelemizin yükselmesiyle birlikte canlandılar. Daha sonra yeniden kendini yaratmayı ve yükselen direniş mücadelemizi teorik ve siyasi olarak kavramayı, buna göre yaşamını devrimcileştirmeyi başaramadı mı, emperyalizmin öne sürdüğü yaşam olanaklarıyla muazzam bir yozlaşma, tükeniş ve ardından da karşıdevrime hizmet edecek bir konuma gelme durumu ortaya çıktı. Bunlar tesadüfü değildir. Devrimci mücadeleyle bağlantısını sağlam geliştirmeyenlerin, her zaman içine düşecekleri kaçınılmaz sondur.
Devrimci sanat faaliyetinin de, en az militanlığın gerillada olduğu gibi, kitle faaliyetinde olduğu gibi büyük önem verilmesi gereken bir faaliyet olduğu ortadadır. Her faaliyet alanında olduğu gibi, inceleme ve araştırma olmadan gelişmenin sağlanamayacağı açıktır. Bir yandan halkın temel beğeni normlarına ulaşmak, diğer yandan bunu güncelleştirmek, özellikle devrimle olan bağlarını kurmak çok önemlidir. Aynı zamanda yaratıcılık isteyen işlerdir. Bunun da tam bir önder gibi hareket etmeyi bizden istediği açıkça ortadadır. Çok büyük emek sarfetmek gerekiyor. Kaba emek değil, ince emek sarfetmek gerekiyor. Bunun da büyük bir tartışma gerektirdiği ve geniş bir demokratik yaşamı, tartışmayı başta kendimizde gerçekleştirmemizin şart olduğu ortadadır. Bu konuda, ruhunda büyük bir doyumsuzluğa, basit bir kaç eserle yetinmeme, sonsuz bir arayış, bir yaratılış ihtiyacını sürekli içinde hissetme, ruhunun yüceliğinde bunu sağlayabilme, elbette daha çok da çabalarıyla, yeni yaratıcı eserlere ulaşılacağı açıktır. Büyük sanatlarında ancak bu şekilde gelişeceği açıktır.
Bu konuda gelişmeler sınırlıdır. Güçlü bir devrimci sanat faaliyeti, şüphesiz devrimin ve devrimci faaliyetin önünü açması temelinde gelişecektir. Yükselecek ulusal direniş mücadelesi daha şimdiden her sahada, edebiyatta, müzikte, folklorda benzeri oluşumların temelini atmıştır. Bunu bile incelemek, başlı başına bir çok ürünün ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bu konuda direnişimiz, her biri diğerinin değerinde olan şehitlerimizi hikayelere, romanlara konu yapmak için çok zengin bir kaynaktır. Toplumda yükselen yeni duygu dalgası, heyecan, umut ve inanç vardır. Bunların sanata dökülmesi açısından çok önemli bir kaynağı teşkil ettiği tartışma götürmez bir biçimde ortadadır.
Aynı zamanda Parti’nin, kapsamlı düşüncesinin, tarihi araştırma da olsun, toplumun bir bütün olarak tahlilini yapmada olsun, ileri bir gelişmeyi temsil ettiği biliniyor. Yine pratik ve maddi imkan sağlıyor. Bir sanatçının özgür faaliyeti için imkan sağlıyor. Bütün bunlar iyi birleştirildiğinde, devrimci sanatın ulusal kurtuluş aşamasında olsun, sosyalizme gitmede olsun, önemli rolünü yetkince oynayacağı açıktır.
Parti Önderliği
Haziran 1988