Akıl ve vicdan: İnsanlık ruhunun iki kutsal kanadı

0
18

RIZGAR AMED

İnsan, tarih boyunca akıl ile yol aldı, vicdan ile yön buldu. Ama bu iki kudretin birliğini kavrayamadığı her an, sadece ilerlemekle kalmadı aynı zamanda yıkıma da sebep oldu. Çünkü akıl, eğer vicdanla bütünleşmemişse salt araçsallaşır; yönetir ama adalet üretmez, hükmeder ama özgürlük doğurmaz. Vicdan ise akıldan mahrum kaldığında bir iç acıya, eylemsiz bir duyarlılığa dönüşür. Oysa insanı hakikate ulaştıracak olan, bu iki gücün tek bir hakikat bilinci etrafında birleşmesidir. Ve bu bilinci en derin şekilde örgütleyen, ona tarihsel, toplumsal, etik ve ontolojik bir zemin kazandıran çağdaş düşünürlerden biri de hiç şüphesiz Önder Apo’dur.

Önder Apo, insanı salt bir birey olarak değil, tarihselliği içinde bir özgürlük varlığı olarak tanımlar. Ona göre insan yalnızca düşünen bir varlık değildir; aynı zamanda hisseden, isyan eden, direnç gösteren, yoldaşlık kuran bir ruhtur. Bu ruhun merkezinde ise akıl ve vicdanın karşılıklı etkileşimi yer alır. Akıl, insanın doğayı ve toplumu kavramasını sağlayan yönüdür; vicdan ise bu kavrayışa etik bir yön verir. Yani vicdan, aklın stratejik kudretini insani sorumlulukla bütünleştirir.

Modern toplumun temel hastalığı da bu noktada başlar. Kapitalist modernite, aklı araçsallaştırmış, vicdanı ise duygusallıkla sınırlamıştır. Teknoloji ve bilim, aklın uçsuz bucaksız olanaklarını gösterirken, bu olanaklar insanlık yararına mı, yoksa tahakküm sistemlerini büyütmek için mi kullanılıyor sorusunu soran pek az kişi vardır. İşte vicdanın bastırıldığı, yalıtıldığı yer tam da burasıdır. Vicdan burada bir engel olarak görülür çünkü sistemin hızına ayak uyduramayan, yavaşlatan, sorgulayan bir iç sestir. Oysa Önder Apo’nun vurguladığı gibi, vicdan yavaşlatmaz, derinleştirir. Aklı frenlemez, ona yön verir. İnsan, yalnızca bilen değil; doğruyu bilen, hakikati arayan ve bu uğurda kendini aşan bir varlıktır.

Önderlik perspektifinde vicdan, yalnızca bireysel bir iç ses değildir. Tarihle, toplumla, halkla, kadınla, doğayla, yoldaşlıkla kurulan ilişkilerin toplamından doğan bir toplumsal bilinçtir. Bu yönüyle vicdan, salt bir duygulanım değil; kolektif ahlaki bir varoluş biçimidir. Vicdanı olmayan toplum, adalet üretemez. Ve aklı vicdanla buluşmamış birey, sadece yönetilebilir bir nesneye dönüşür. Bu anlamda Önder Apo’nun özgür birey tanımı, akıl ve vicdanın buluştuğu, bu buluşmadan yeni bir yaşam tasarımı çıkarabilen bireydir. Yani salt “düşünen” değil, aynı zamanda “sorumluluk alan” bir birey.

Nörobilim bugün prefrontal korteksin karar alma süreçlerinde aktif olduğunu söylüyor; ancak hangi kararı, hangi değerle verdiğimizi açıklamakta yetersiz kalıyor. Çünkü kararların yalnızca mantıksal süreçlerle değil, derin etik yönelimlerle, geçmiş deneyimlerle, toplumsal hafızayla, hatta mitolojik bilinçle bağlantılı olduğunu göremiyor. Önder Apo bu noktanın altını özellikle çizer: İnsan sadece rasyonel değil, tarihsel-ahlaki bir varlıktır. Dolayısıyla onun aklı da, vicdanı da tarih içinde yoğrulmuştur. Hafızası parçalanmış, kimliği bastırılmış halklar, bu nedenle sadece bilincini değil, vicdanını da kaybeder. Vicdan yitimine uğrayan toplumlar, işgali meşrulaştırabilir, şiddeti onaylayabilir, köleliği özgürlük sanabilir.

Vicdan burada sadece “iyi” olma hâli değildir. O, tarihsel bir direnişin etik omurgasıdır. Kürt halkının, kadınların, Alevilerin, Ermenilerin, Ezidîlerin tarih boyunca yaşadığı soykırımlar, sürgünler ve inkâr politikaları karşısında sessiz kalan akıl, vicdandan yoksundur. Bu bağlamda Önder Apo, vicdanı yeniden bir kavga alanı olarak tanımlar. Salt içsel bir his değil, dışsal bir eylem biçimi olarak ele alır. Çünkü gerçek vicdan, kendini eylemle gösterir. Mazlumun yanında durmak, zalime karşı çıkmak, sömürüye itiraz etmek vicdanın akılla kurduğu derin bağın sonucudur.

Akıl burada sadece hesap yapan değil, sorumluluk alan bir akıldır. Stratejik zekâ, eğer vicdana yaslanmazsa bir iktidar makinesine dönüşür. Ama vicdan da akılsız kalırsa naifleşir, romantikleşir, siyasetsizleşir. O nedenle vicdanın siyasetle buluşması gerekir—ama bu siyaset, Önderlik tarzı bir yaşam siyaseti olmalıdır: Doğayla uyumlu, kadın özgürlükçü, halkçı, ekolojik bir siyaset. İşte bu siyaset, aklı toplumsallaştırır; vicdanı örgütlendirir.

Bu çerçevede vicdan artık pasif bir içsel duygu olmaktan çıkar, kolektif bir bilinç haline gelir. Her halk meclisi, her kadın komünü, her ekolojik inşa; aslında vicdanın toplumsal pratikteki ifadesidir. Burada vicdan artık konuşmaz, inşa eder. Akıl artık hesaplamaz, yaratır. İnsan, burada artık bir özneye dönüşür kendi yaşamını planlayan, değiştiren, dönüştüren bir varlığa. Bu özneleşme süreci, akıl ile vicdanın aynı çizgide yürüdüğü andan itibaren başlar.

Bu birliktelik kadın özgürlük paradigmasında çok daha berrak şekilde ortaya çıkar. Kadın, tarih boyunca sadece fiziksel değil, vicdani olarak da bastırılmıştır. Erkek egemen akıl, kadının sezgisini, duygusunu, içsel bilincini küçümsemiş; onu akıldışı, mantıksız, irrasyonel ilan etmiştir. Oysa kadın, vicdanın tarihsel taşıyıcısıdır. Her kaybolan çocuk, her yakılan köy, her susturulan dil onun yüreğinde yeni bir acı taşır. Bu acı, vicdandır. Ve bu vicdan, bir başkaldırıya dönüşmedikçe yeni bir yaşam kurulamaz. İşte bu nedenle Önder Apo, kadının özgürlüğünü vicdanın yeniden inşasıyla eş tutar.

Bu bağlamda akıl ile vicdan arasında kurulan bağ, sadece bireysel bir ahlak meselesi değildir. Bu bağ, yeni bir toplumun, yeni bir uygarlığın, yeni bir insanlık biçiminin temeli olabilir. Demokratik modernite tam da bu noktada doğar: Akıl, toplumsallaşır; vicdan, eylemleşir. Birey, ne yalnızca bilen bir varlık olarak kalır ne de yalnızca hisseden. Bilir, hisseder ve harekete geçer. Bu, özgür bireyin tanımıdır. Özgür birey, aklıyla karar alır; vicdanıyla değerlendirir; iradesiyle uygular.

Sonuç olarak, akıl ile vicdan arasındaki bağ, insanlık tarihinin hem trajedilerini hem de umutlarını içinde taşır. Bu iki güç, Önder Apo’nun perspektifinde yalnızca içsel değil, tarihsel, toplumsal ve siyasal olarak yeniden tanımlanmalıdır. İnsanlık, ancak bu bütünlükle yeniden doğabilir. Aklını vicdanla buluşturabilen bir insanlık, artık ne köleleştirir ne de köleleşir. O, artık özgür yaşama adım atmış, kendi hakikatine dönmüş insandır. Ve hakikat aşktır; aşk ise özgür yaşamdır.

Akıl ve vicdanın toplumsal inşası: Özgürlük ruhunun mimarlığı

Tarihin yalnızca savaşlar, krallar ya da ekonomik dönüşümler üzerinden değil; aynı zamanda insanın aklıyla vicdanı arasındaki kopuş ve yeniden birleşmeler üzerinden de yazıldığını görmek gerekir. Çünkü her büyük çöküş, aklın vicdandan koptuğu; her büyük direniş ise bu ikisinin yeniden el ele verdiği andan doğmuştur. Antik çağların köleci uygarlıkları, yalnızca teknik ve siyasi akılla inşa edildi; ama vicdani bağlarını yitirdikleri anda yıkıma sürüklendiler. Ortaçağın dogmatik düzeni, vicdanı tanrı adına baskı altına alırken, aklı zincire vurdu. Modernite ise her iki melekeyi de araçsallaştırarak kârın ve tahakkümün hizmetine sundu. Bu tarihsel seyir, akıl ve vicdanın birbirinden koparılmasıyla ne denli büyük felaketler yaşandığını açıkça gösterir.

Önder Apo’nun özgürlük paradigmasında bu ikilik ortadan kaldırılır. Onun felsefesinde akıl, yalnızca mantıksal analiz değil; toplumsal yaşama müdahil olan bir eylem gücüdür. Vicdan ise sadece içsel bir sezgi değil; kolektif etiğin ve ahlaki düzenin inşa edici kaynağıdır. Bu çerçevede toplumsal vicdan kavramı, yalnızca bireysel iç seslerin toplamı değildir. O, halkların hafızasında, annelerin feryadında, çocukların gözlerinde, köylerin küllerinde saklı olan derin bir etik bilinçtir.

Toplumsal vicdan, her şeyden önce tarihsel acılarla mayalanır. Bir halkın soykırıma uğraması, kültürünün yok sayılması, kadınlarının köleleştirilmesi; bireysel vicdanı aşan, kolektif bir adalet arayışına dönüşür. Bu dönüşümün mümkün olabilmesi için vicdanın örgütlenmesi gerekir. Önder Apo’nun devrimci yaklaşımı burada devreye girer: Vicdanı örgütlemek, onun yalnızca acıyla sınırlı kalmamasını sağlamak; onu politik, etik ve stratejik bir güce dönüştürmektir. Artık vicdan, yalnızca hisseden değil; aynı zamanda hesap soran, alternatif kuran, yol gösteren bir meşaledir.

Bu bağlamda toplumsal vicdan, sadece “acı çekenlerin” değil, bu acıya karşı bir şeyler yapmayı görev bilenlerin de yurdudur. Bu, bireyin kendi içinden başlayarak toplumun tüm katmanlarına uzanan bir dönüşüm sürecidir. İşte burada aklın kolektifleşmesi devreye girer. Artık akıl, bireysel fayda hesaplarının ötesine geçer; halkın yaşamını dönüştüren bir özneye dönüşür. Aklın özgürleşmesi, ancak kolektif olanla bağ kurduğunda mümkündür. Önder Apo bu bağlamda “özgür birey yoksa özgür toplum olmaz, özgür toplum yoksa özgür birey de yoktur” derken, aklın ve vicdanın birbirine ancak toplumsal zeminlerde güç verebileceğini anlatır.

Toplumsal vicdan, en çok da kadınla var olur. Çünkü kadın, tarih boyunca yalnızca bedenini değil, vicdanını da erkek aklına kurban vermiştir. Ana olarak acının iliklerini tanır; eş olarak baskının kıyılarında yaşamış; yoldaş olarak her ezilişi derinden hissetmiştir. Kadın, vicdanın en kadim taşıyıcısıdır. Onun gözyaşları yalnızca hüzün değil; bin yıllık tarihsel bastırılmanın sessiz çığlığıdır. İşte bu çığlık, Önder Apo’nun felsefesinde, sessizlikten çıkıp özgürlük haline gelir. Kadın, vicdanı sadece hisseden değil; onu eyleme geçiren, ona yol gösteren, onun öncüsü olan kişidir.

Bu yönüyle kadın özgürlük mücadelesi, aynı zamanda vicdanın yeniden kamusallaştırılmasıdır. Kadının özgürleşmesi, yalnızca bir cinsiyet meselesi değildir; aynı zamanda vicdanın akılla buluşması, yaşamın tüm alanlarında yeni bir etik bilincin doğmasıdır. Kadınların öncülüğünde yükselen komünler, meclisler, akademiler, yaşam alanları; vicdanın örgütlü biçimde yeniden doğduğu mekânlardır. Bu mekânlarda kararlar salt rasyonel değildir onlar aynı zamanda etik, toplumsal, duygusal, yaşamsal birer karardır. Kadının sezgisi, erkeğin aklıyla değil, hakikatin kendisiyle konuşur. Ve bu sezgi, örgütlendiği anda bir uygarlık kurar.

Bu nedenle Önder Apo, aklı teknikleşmiş, vicdanı bastırılmış moderniteye karşı; etik bir aklı, örgütlü bir vicdanı ve kadın merkezli bir özgür yaşamı önerir. Ona göre akıl ve vicdan ancak yaşamla sınandığında gerçek anlamına ulaşır. Salt bilgi biriktirmek değil, o bilgiyi adalet ve özgürlük için kullanmak önemlidir. Bu yüzden “bilge” olmak ile “bilinçli” olmak aynı şey değildir. Bilgelik, vicdanla yoğrulmuş bir akıldır. O, teorik değil; yaşamsaldır. Kuru felsefe değil; yaşayan hakikattir. Ve bu hakikat, özgür toplumu var edecek olan ana damardır.

Bugün akıl, yapay zekâyla, algoritmalarla, dijital denetim sistemleriyle kutsanıyor. Fakat bu aklın yöneldiği yer, insanı özgürleştirmek değil; kontrol etmektir. Vicdanın dışlandığı her akıl, bir gözetim aracıdır. Oysa vicdanın olduğu yerde izlenmek değil, anlaşılmak vardır. Komuta değil, ortaklaşmak vardır. Şiddet değil, dönüşüm vardır. Bu nedenle vicdanı olmayan teknolojik ilerleme, bir felakettir. Akıl artık bizi değil, sistemleri güçlendirmektedir. İşte bu tehlikeyi gören Önder Apo, özgürlük düşüncesini yalnızca siyasal değil, etik bir devrim olarak da konumlandırır.

Son olarak şunu vurgulamak gerekir: Akıl ve vicdan arasındaki bağ, yalnızca kavramsal değil; ontolojik bir ilişkidir. Bu ilişki yeniden kurulmadan yeni bir toplum, yeni bir yaşam, yeni bir insanlık mümkün değildir. Aklını vicdanla buluşturmayan insan, tahakkümün taşıyıcısıdır. Vicdanını akılla örgütlemeyen ise eylemsiz kalmaya mahkûmdur. Hakikat bu ikisinin birlikte örülmesindedir. Ve işte o zaman insan, artık sadece düşünen ya da hisseden değil hakikati yaşayan bir varlığa dönüşür. Özgürlük de işte tam bu noktada başlar.

Devam edecek…

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here