Kemal SÖBE
Sınıflı-devletli sistemler, özleri itibariyle gayri meşrudurlar. Çünkü toplumu ezme, emek gaspı ve iktidar-egemenlik üzerine kuruludurlar. İktidarlar, birçok toplumsal değer ve siyasi argumanı kullanarak toplum nezdinde kendilerini kabul edilebilir kılarlar. Bu kabul ettirme durumu bile, bin bir hile ve yalanla doludur. Yalan ve kandırma, bütün sınıflı-devletli sistemlerin karakterini oluşturur. Toplumlar, çoğu kez, içinde yaşadıkları siyasi rejimin kendilerine vermiş olduğu eğitimle şekillenirler ve içinde yaşadıkları sistemin meşru olduğun inanırlar ve savunurlar. Çünkü rejimler, kendi gerçek yüzlerini ve toplum karşıtı olduklarını birçok maskeyle gizlerler-kapatırlar-örterler. Toplumlar, mevcut devletten ve yönetimden sürekli bir beklenti içinde olurlar yani kandırıldıklarını anlasalar bile, bu beklenti bitmez devam eder. Devletlerin, kendilerini, egemenlikleri altında tuttukları topluma kabul ettirmeleride birçok yaşamsal ve toplumsal değeri etkilice kullanmakla oluyor ve geri kalmış ve derin eğitim sorunu olan toplumları kandırmak ve sisteme monte etmek çokta zor değil. Bazen toplumlar, kandırıldıklarını anlasalar ve rejimden memnun olmasalar bile, örgütsüz ve dağınık oldukları için, her şeyi sineye çekiyorlar. Devlete ve rejime bağımlılığın derin olduğu toplumlarda, sistem karşıtı bir alternatif düzen yaratma arayışı çok nadiren görülen bir durumdur.
Ancak, toplumların mevcut rejime bağımlı olma durumlarıda doğuştan gelen bir durum değildir, rejimin içinde yaşayarak, sonradan oluşan bir durumdur. Toplumlar, açık bir şekilde rejimden zarar görmeye başladıkları ve rejime karşı ret hareketlerinin ortaya çıkmaya başladığı durumlarda, rejim karşıtı hale gelmeleri ve bir arayış içine girmeleri mümkündür. Tabi bunlar bir devrim sorunu olduğu için, toplumu devrime ve değişime hazırlamak büyük bir mücadele sorunu oluyor. Gayri meşru olan rejimlerin, çoğu kez kullandıkları en etkili silah aslında yalan makinesi olan resmi medya’dır. Medya deyip geçmeyelim. Toplumu yönlendirmede, toplumun kafasını karıştırmada, sanal savaşlar ve zaferler yaratmada resmi medya ustaca üzerine düşen görevi yapıyor. 2, Dünya savaşı sona doğru giderken, Sovyet askerleri Berlin’e girinceye ve Sovyet uçakları Almanya semalarında uçmaya başlayıncaya kadar, Alman halkı, Almanya’nın zafer kazandığına inanıyorlardı. Sovyet askeri güçleri Berlin’e girince, Almanlar, Alman devletinin kendilerini kandıdığını anladılar. Demekki basın ve medya, devletin elindeki en büyük silah ve yönlendirme aracıdır. Savaşlar yarı yarıya bu medya denen araçlarla yürütülür ve toplumun psikolojisi üzerinde etkide bulunurlar. Sanal zafer dedikleri aslında özel savaş güçlerinin kağıt üzerindeki kandırma zaferidir. PKK, 1984’te gerilla atılımına başladığından günümüze kadar neredeyse kırk yıl geçti ama özel savaş güçleri, PKK’yi hep bitirdiler-bitiriyorlar.
PKK de her bitti denildikçe daha çok büyüdü-kitlesel hale geldi, hem askeri olarak ve hemde diplomaside öyle güçlendiki, dünya tanır oldu, kader çizer bir siyasi güç oldu, insanlığa yeni bir yaşam yolunu gösterdi. PKK’yi, yirmi dört saatte bitireceklerdi olmadı, bir hafta dediler olmadı, bir ay dediler olmadı, üç ay dediler olmadı sonra dedilerki, bu baharda bitireceğiz ama o da olmadı. Sonuç, bitireceğiz diyenler bittiler ve temsil ettikleri rejim ve devlet dünyaya rezil olmuş duruma geldi. Tabi şu noktayada işaret edelim, devletler, savaşı kaybetseler bile, kazandık derler, kaybettiklerini gururlarına yedirmezler. Bu durum, TC için, daha çok geçerli bir durumdur. TC’nin iç savaş bakanı, SS, 29 ekimde PKK’nin hepsi bitecek dedi. Yani TC’nin kuruluşunun 100. yılında bitireceklermiş. Hani 1984’te bitiriyordunuz, iktidarda olduğunuz yirmi yılda ne oldu da bitiremediniz? Bütün hükümetler, kendi iktidarlarının varlığını ve devamını, Kürtler karşı yürütülen kirli-özel savaşa ve bu savaşın kendileri lehine gelişim göstermesine başlamışlar. Bundan dolayı, her yol mübahtır deyip hiçbir kural ve ilke tanımıyorlar. Yasaklı silah bile kullanıyorlar. Çünki savaşı kazanamazlarsa yok olacaklar. Bundan dolayı panik halindeler. Türk halkı da, AKP-MHP faşist rejiminin söylediği yalanlara artık inanmıyor. Bu sene, muhtemelen olacak seçimlerde, kaybedeceklerine kesin gözüyle bakılıyor. Tabi bu kaybediş, bir hükümetin sadece iktidarda düşmesi olmayacak, iktidardan düşmekle birlikte, yüz yıllık rejimin derin bir kaybı olacaktır.
RTE’nin ve yanındakilerin ruh hallerine bakıldığında bir yenilgi, ve suç hali görülecektir. Herhalde dünya devlet liderleri içinde, en çok yalana ve hileye başvuran Türkiye’deki devlet yöneticileridir. Kurdukları rejimin meşru olmadığını bilenler daha çok yalan söylerler ve zor kullanarak, faşizmi devrede tutarak varlıklarını sördürürler. SS’nin, 29 ekimde hepsini bitireceğiz demesi, devletin Kürtleri, yüzyıldır asimile etmek istemesinin bir ifadesi olmaktadır. SS, aslında öyle söylemekle, devletin Kürtlere karşı ne yaptığını ve ne düşündüğünü ve hedeflerini itiraf etmiş oluyor. Yani 29 ekim gibi, kendilerince önemli olan bir günde, PKK’yi sözde bitirecekler ve Kürt sorkırımıda tamamlamış olacaklar ama yanlış hesap Bağdat’tan döner demişler. Ayağa kalkmış ve direnen bir halkı hangi güç bitirebilir? 1984’de az sayıda gerillayla ve az bir kitle gücüyle, kıt imkanlarla mücadeleye başlayan bir PKK’yi kırk yıl önce bitiremeyenler, PKK’yi şu gün bitireceğiz diyenler, söyledikleri yalanlara kendileri bile inanmıyorlar ama kendi kendilerini teselli ediyorlar. PKK şimdi, elli milyona yakın Kürt halkıyla bütünleşmiş durumdadır. Kürt halkı bitmeyeceğine-bitirilemeyeceğine göre, PKK de bitirilemez. Çünkü PKK, en kitlesel dönemini yaşıyor olup, bütün Kürdistan’da etkilidir ve özgür yaşamın kendisi olmayı başarmıştır. İnsanlık, Kürdistan’da PKK’yle yeniden özgür bir doğuş yaşıyor…