Faşist terör’e karşı devrimci şiddet

0
234

Selahattin ERDEM

Bulgar devrimci G. Dimitrov, ünlü savunmasında Hitler faşizmini, ‘tekelci sermayenin en emperyalist unsurlarının kanlı, saldırgan diktatörlüğü’ olarak tanımlamıştı. Yirminci yüzyılda bu tanımlama dilden dile dolaşır, somut teorik kanıt olarak gösterilirdi.

Süreç ilerledi, her alanda faşist-askeri darbeler gerçekleşti. Avrupa’dan Amerika’ya, Asya’dan Afrika’ya kadar her alanda faşist diktatörlükler ortaya çıktı. Büyük çoğunluğun üzerinde anlaştığı son faşist diktatörlük Saddam Hüseyin yönetimiydi.

Alman diktatör A. Hitler’e, yaptığı katliam ve soykırımların tehlikeli olduğu söylendiğinde, öğretmeninin Türkler olduğu ve Türklerin yaptığı katliam ve soykırımların sonucunun kötü olmadığı cevabını verdi.

Eğer faşizm ırkçı, şoven, milliyetçi, yayılmacı, saldırgan, soykırımcı, kanlı ve katliamcı diktatörlükse, bunu birinci Dünya Savaşı içinde dört başı mamur olarak uygulayan İttihat ve Terakki Yönetimi oldu. Osmanlı padişahlığı zaten mutlak bir diktatörlüktü ve sürekli yayılmacı emeller güdüyordu. İttihat ve Terakki Yönetimi ise bu diktatörlüğü ırkçı, Türk-İslam sentezci, katliamcı ve soykırımcı bir anlayış ve siyasete kavuşturdu.

Daha sonrası biliniyor. Osmanlı İmparatorluğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, İttihat ve Terakki Cemiyeti Cumhuriyet Halk Partisi’ne dönüştü. TC Devleti 1952’de NATO’ya girdi. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 tarihlerinde askeri darbeler oldu ve TC Devleti faşist-askeri diktatörlük olma yönünde sürekli ilerledi.

NATO eğitimi temelinde süper Gladionun örgütlediği faşist parti olarak MHP kuruldu ve sürekli geliştirildi. Bütün bunların sonucu ve optimal toplamı olarak günümüzdeki AKP-MHP faşist diktatörlüğüne gelindi. Dünyada İttihat ve Terakki Cemiyeti ile başlayan faşizm, bugün AKP-MHP faşist diktatörlüğünde zirve yaptı.

Demek ki AKP-MHP faşist diktatörlüğünü hafife almamak gerekiyor. Bu diktatörlük, Osmanlı despotizmi, İttihat ve Terakki faşizmi, katliamcı ve soykırımcı TC gerçeği üzerinde yükseliyor. Bu diktatörlük, NATO Gladiosuna ve küresel faşizmin mirasına dayanıyor.

Bütün bunlar kendisini zihniyet ve siyaset olarak MHP’de somutlaştırmış bulunuyor. AKP-MHP faşizmi, Türk-İslam sentezci faşist diktatörlüğün en son halkası ve en güçlü somutlanışı oluyor.

Öncelikle tüm bu belirlemelerin doğru olup olmadığı noktasında netleşmemiz ve görüş birliği oluşturmamız gerekiyor. Yani AKP-MHP devleti bir faşist diktatörlük müdür, değil midir? Canım böyle soru mu olur demeyelim! Çünkü böyle denirse, biz de o zaman ‘bal gibi olur’ cevabını veririz. Neden? Çünkü, AKP-MHP yönetiminin faşist diktatörlük olduğu konusunda bir netlik, kesinlik ve görüş birliği yoktur da ondan!

Örneğin bazıları bir gün faşizm demekte, ertesi gün farklı bir şey söylemekte. Bir gün antifaşist direnişten söz etmekte, ertesi gün demokratik mücadeleyi öne çıkarmaktadır. Bazıları seçimle AKP-MHP faşizmini yıkmayı umut etmektedir. AKP-MHP faşizmine işine geldiğinde faşizm demekte, işine gelmediğinde başka bir yönetim yaklaşımı göstermektedir. Bunun için netlik ve kesinlik önemlidir.

Çok açık ki, AKP-MHP devleti ve yönetimi Kürt, halk ve kadın düşmanı, sömürgeci ve soykırımcı bir faşist diktatörlüktür. Biz böyle tanımlıyoruz ve ona karşı mücadeleyi de bu temelde ele alıyoruz. Böyle tanımlayıp bize katılanlara ise, devamı olarak şunları belirtiyoruz:

Faşizmi Bulgar Devrimci Dimitrov tanımlamıştı. Tekelci sermayenin yönetimidir ve diktatörlüktür. Emperyalisttir, yani işgalci, ilhakçı, yayılmacı ve savaşçıdır. Saldırgan ve de kanlıdır, yani katliamcı ve soykırımcıdır, her şeyi faşist teröre dayalı olarak yürütür.

Dikkat edelim, bütün bu özelliklerin hepsi AKP-MHP faşist diktatörlüğünde vardır. Dahası AKP-MHP faşist diktatörlüğü ırkçı, şoven-milliyetçi, Türk-İslam sentezci, Turancı bir zihniyet ve siyasete sahip olarak Ermeni, Rum, Asuri-Süryani ve Kürt düşmanıdır; bu halklara karşı soykırım uygulayan bir yönetimin devamıdır ve bugün de Kürt soykırımı şahsında söz konusu soykırımcı zihniyet ve siyaseti devam ettirmektedir.

Bunlar temelinde AKP-MHP faşizminin Türkiye’de, Kuzey Kürdistan’da, Kürdistan’ın diğer parçalarında ve dünyada izlediği siyaset ve pratikte yaptıkları ortadadır. Herkes bildiği için, bunları uzun uzun sıralamaya gerek yoktur.

İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde faşist terör ve işkence, ağırlaştırılmış tecrit temelinde en üst safhadadır. Başta HDP olmak üzere tüm demokratik siyaset partilerinin eş başkan ve yöneticilerinin hepsi kuşaklar halinde zindana doldurulmuştur. HDP binaları basılmakta, üyeleri katledilmekte, Kürtler üzerinde linç girişimlerine varan katliamlar yapılmaktadır. Kürt toplumu ezilmekte, Kürt doğası yakılmakta, Kürtlerin mezarlık yapmasına bile izin verilmemektedir. Kürde ait hiçbir değerin yaşamasına izin verilmemeye çalışılmaktadır. Kürdistan’ın diğer parçalarına dönük soykırımcı işgal ve ilhak saldırıları yürütülmektedir. Türkiye’de faşist terör kol gezmekte, AKP-MHP dışında herkes faşist terör ile susturulmaktadır.

Uzatmaya gerek yok. AKP-MHP yönetimi altında TC Devleti tam bir çete devleti haline getirilmiştir. El Kaide, DAİŞ ve Müslüman Kardeşler gibi çete örgütleriyle iç içedir. Yönetim MİT ve kontrgerillanın elindedir. Ekonomiden sanata kadar yaşamın her alanında faşist terör ve zor uygulamaları esastır. Tam bir faşist terör devletinin yaratılmış olduğu ortadadır. AKP-MHP Yönetimi, her şeyi faşist terör, baskı ve katliamla yürütmektedir. Devlet ve yönetim tepeden tırnağa faşist terör kesilmiş durumdadır.

Peki böyle bir faşist terör sistemi karşısında ne yapılmalıdır? AKP-MHP faşizmi her şeyi faşist teröre dayanarak yapıyorsa, AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı mücadele nasıl yürütülmelidir? İşte bu sorular gündemdedir ve mutlaka da doğru cevap vermeyi gerektirmektedir.

Bu çerçevede AKP-MHP faşizmine karşı barış savunuculuğu yapan, Kürt dil mücadelesini örgütleyen, açıklama yapıp tartışma yürüten, birkaç saatlik kitle yürüyüşlerini esas alan çevreler vardır.

Bu tür çevreler genelde AKP-MHP faşizmine karşı demokratik mücadele yöntemlerini önermekte ve faşizmin bu temelde yenileceği anlayışını savunmaktadırlar. Bunun için de başta HDP olmak üzere bazı demokratik yapılanmaların hala var olduğunu kendilerine dayanak yapmaktadırlar.

Evet Türkiye’de HDP ve benzeri bazı demokratik kurumlar hala vardır. Fakat bunların neye dayanarak var olduğunu da iyi bilmek gerekir. Çok açık ki, tüm bu demokratik kurumlar PKK’nin varlığına ve gerilla savaşı yürütmesine dayanarak var olmaktadırlar. Yoksa kendi güçleriyle değil. Diğer yandan, hala vardırlar ama, adeta yara-bere içindedirler ve her an yok edilme tehdidi altında yaşamaktadırlar.

O halde, bu durumda olan demokratik güçlerin kendi başına ve esas olarak demokratik mücadele yöntemlerine dayanarak AKP-MHP faşizmini yıkmaları mümkün değildir. Evet, ayakta kalan tüm demokratik güçler mücadele etmelidirler, güçlerini sürekli birleştirmeliler ve her türlü mücadele yöntemini de uygulamalıdırlar. Bu gereklidir. Fakat AKP-MHP faşizminin sadece bu mücadeleyle yıkılamayacağını da bilmek gerekir.

O halde AKP-MHP faşizmini yıkabilmek için ne gerekir? Çok açık ki devrimci mücadele gerekir. Hem de esas ve öncü mücadelenin devrimci mücadele olması gerekir. Demokratik mücadele de ancak devrimci mücadele öncülüğüne sahip olup dayandığı oranda gelişir ve rol oynar. ‘Çivi çiviyi söker’ diye bir söz vardır. Bunun buradaki anlamı, faşist terörü ancak devrimci şiddet yıkar olmaktadır.

Demek ki devrimci mücadele de esas olarak ve stratejik düzeyde devrimci şiddeti esas almak zorundadır. AKP-MHP’nin faşist terörü ancak halkların devrimci şiddetiyle kırılabilir ve yenilgiye uğratılabilir. Demokratik mücadele yöntemleri ancak böyle bir devrimci öncülüğe sahip olursa rol oynayabilir.

Demek ki AKP-MHP faşizmine karşı esas ve birincil mücadele yöntemi devrimci şiddettir. Tüm devrimciler faşizme karşı devrimci şiddet mücadelesini geliştirmek için çalışmak durumundadır.

Özellikle başta Kürt gençliği olmak üzere tüm Türkiye gençliği, kendisini demokratik mücadele yöntemleriyle sınırlandırmamalı, esas olarak devrimci şiddet temelindeki mücadele yöntemlerini esas alarak, AKP-MHP faşizmine karşı devrimci şiddet eylemleri geliştirmeye yönelmelidir.

Gençlik devrimci öncülük rolünü ancak böyle oynayabilir. Antifaşist mücadelede ve demokratik devrimde devrimci öncülük ancak böyle gerçekleşebilir. Gerisi pasifizm ve teslimiyet demektir ki, hiçbir devrimci kişi ve örgüt de böyle bir duruma düşmemelidir. AKP-MHP’nin faşist terörünü halkların devrimci şiddetiyle kırmayı mutlaka başarmalıdır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here