Zozan SİMA
Devrimin kültüre, özgürlükçü değerlerin toplumun ahlakına yansıyabilmesi o devrimi kalıcı hale getirir. Kadın devriminin bir sosyal-kültürel devrim olduğunu Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin etkili olduğu her alanda 8 Mart’a yüklediği anlamlarda görürüz. Her aşamasında kadın emeği, kadın düşüncesi ve kadın estetiğinin sirayet ettiği bir süreçle 8 Mart Kürtler’in ulusal bayramlarından birine dönüşmüştür.
Kürt ulusal kıyafeti bu bayramın vazgeçilmez aksesuarıdır. Haftalar öncesinden başlayan hummalı hazırlıklarla her yıl yeni bir gündem ve sloganla bir direniş hamlesi olarak karşılanır. 8 Mart yıllar içinde Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi tarafından küresel olanla yerel olanın en anlamlı buluşmasını yansıtan yeni anlamlar, biçimler kazandı. Bir kadın baharı ve bayramı olmakla kalmadı. Kadın kırımına, işgal ve sömürgeciliğe, kadının bedeni ve emeğinin sömürüsüne karşı direniş kadar Kürdistan’ın özgürlüğü, kadınların küresel dayanışması, öz savunma ve öz örgütlenmeye dayalı devlet dışı ekolojik, kadın özgürlükçü bir sistemin inşası hedefleri ile bezendi.
Yüzyılın devrimlerinin karakteri
8 Mart’ı, kadınlara hediye almanın teşvik edildiği reklam kampanyaları ile ikiyüzlüce istismar eden kapitalizmden, kadın katliamcısı erkeklerin kadın sorununu tartıştığı ve kadınlara akıl verdiği bürokratik manzaralardan kurtarılmasında bu mücadele belirleyici oldu. Kadın özgürlüğüne zerre katkısı olmayan egemen erkek sistemin koltuk değneği konumundaki kadınların ve devletlerin kadın kırımcı politikalarını aklama görevini üstlenen kadın kurumlarının konumu bu mücadele sayesinde deşifre olmuş oldu. Son yirmi yılda 8 Mart tüm dünyada sistem karşıtı mücadelede kadın öncülüğünün ortaya çıktığı bir gün haline geldi. Rêber Apo’nun “21 yüzyıl kadın yüzyılıdır ve bu yüzyılın devrimleri kadın devrimi karakterinde gelişecektir” belirlemeleri son on yılda daha da somutlaşan gerçekliklere dönüştü. Kadınların yoksulluğa, ekolojik yıkıma, sömürgeci-emperyalist politikalara, emek ve beden sömürüsüne karşı geliştirdikleri eylemler, sistem karşıtı mücadeleleri sürükleyen bir karakterdedir. 8 Mart ve 25 Kasım, eylemlerin yoğunlaştığı süreçler olsa da esasta her günü direniş gününe çeviren bir tutum söz konusudur. Direniş yükseldikçe kadınlara dönük kırım, emek sömürüsü, yoksulluk ve kadın varlığına dönük diğer saldırılar daha görünür hale gelmektedir. Diğer taraftan bu direnişi kırmaya dönük saldırılar, kadın hareketlerini etkisizleştirmek, liberalleştirmek için gelişen politikalar da yoğunlaşmaktadır. Ancak Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin öncülük ettiği direniş ve Rojava devriminin bir kadın devrimi karakterinde gelişmesi, kadın özgürlük hareketlerini sistem içi-liberal çizgide tutma temelindeki politikaların deşifre edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Anti-kapitalist mücadeleye ihtiyaç var
8 Mart aynı zamanda kadın devrimi hedefi ekseninde sonuç alıcı mücadele stratejilerinin, gündemlerinin belirlenmesi anlamı taşıyor. 8 Mart’ın hazırlık sürecinde kadın özgürlük hareketleri yoğun biçimde tartışıp mücadele gündemlerini belirliyorlar. Bu noktada bu yıl üzerinde durulmayı gerektiren ve sonuç çıkarılması gereken konuların başında sistem dışı, anti-kapitalist, anti-oryantalist bir mücadeleye duyulan ihtiyaç gelmektedir. Bu anlamda ABD, AB ve BM fonları ile desteklenen STK(NGO)’ların kadın hareketlerini liberalleştirmedeki rolleri gün geçtikçe daha fazla tartışılmaktadır. Başta Irak ve Afganistan olmak üzere Ortadoğu’da bu kurumların yarattığı etkiler bütün boyutlarıyla sorgulanmak durumundadır. Afganistan’da yaşanan durum, kadın özgürlük hareketleri için birçok dersin çıkarılacağı bir örnektir. Afganistan’da kadınlar direnişe öncülük etmeye devam ederken, Kürdistan kadın özgürlük hareketinin öz güç, öz örgütlenme ve öz savunma temelindeki örgütlenme ve ilkelerinin önemi tüm dünya kadınları tarafından daha görünür oldu. Benzer bir durum İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, birçok ülkede değişen siyasal yönetimlerin kürtajı yasaklama ya da serbest bırakma temelindeki politikalarında, kadınlara dönük şiddeti tolere eden adalet sisteminde yansımasını bulmaktadır. Devletler yasaları, polisleri ve kurumlarıyla kadın kırımı politikasının uygulayıcılarıdır. Bu durumu protesto etmek, eleştirmek kadar kadınların sistem dışı kurumlar, örgütlenmeler ve örgütlü bulundukları zeminde hayata geçirecekleri kendi toplumsal sözleşmelerini oluşturmasına ihtiyaç vardır. Kadın komünleri, kadın kooperatifleri, yaşamını değiştirmek isteyen kadınlar için yaşam alanlarını kolektif tarzda örgütlemek ve bunları savunmak kendi çözüm projelerimiz olarak hayat bulmalıdır. Yani salt talep eden, protesto eden değil; anda özgürlüğü, kadın devrimini inşa eden bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.
Kadın mücadelesinin ideolojik hedeflerini ortadan kaldıran dalga
Diğer önemli bir konu ise kadın sorununu toplumsal sorunlardan kopararak salt cins, cinsellik eksenine sıkıştıran liberalleştirmeye karşı durabilmektir. Toplumsal cinsiyetçilik eksenindeki tartışmalar, eşcinsellerin hak mücadelesi, kadın özgürlük hareketleri zemininde gelişen tartışmalar ve örgütlenmeler olagelmiştir. Fakat neoliberal etkilerle bu tartışmaların sürüklendiği biçimlere baktığımızda, bu mücadelenin kadın hareketini ve kadınların kazanımlarını hedefleyen bir mecraya kaydırılmak istendiği görülmektedir. Kadın özgürlük mücadelesinin anti-kapitalist karakteri, ataerkil sistemi ve ilişki biçimlerini dönüştürme yanı gölgede kalırken cinsel özgürlük, cinsel tercih temel gündem haline getirilmek istenmektedir. Bunlar da kadın özgürlük hareketlerinin gündemleridir ancak kadın kırımının gündemde olduğu zeminde tek gündemin buna odaklanması, 8 Mart eylem ve etkinliklerinin toplumsal içerikten ziyade bireysel tercihlere yönelmesi sorunlu bir durumdur. İspanya’da fiziki çatışmaya, daha yoğunluklu biçimde batıda akademik alandaki tartışmalarda kadın kimliğini silmeye, Türkiye’de feminist gece yürüyüşünün artık ne kadar ‘feminist’ olduğunun tartışılmasına kadar varan süreçler bunun işaretlerini vermektedir. Feminizmin sonu, feminizmin öznesinin kim olduğu, feminizmin erkekleri de kapsayacak şekilde genişlemesi tartışmaları ile sistem karşıtı mücadeleyi kendi içinde çatışmalı hale getirme oldukça tehlikeli bir durumdur. Kadınların en gayri insani koşullarda tutulması anlamına gelen fuhuş dahi bu liberal dalgada ‘özgürlükçü’ bir seçim gibi yansıtılabilmektedir. Hedefe oturtulanın erkek egemen sistemden daha fazla kadınlar, feministler olması bu konuda daha farklı bir yaklaşım ve tutumu gerekli kılmaktadır. 8 Mart ve kadın mücadelesinin ideolojik, örgütsel ve siyasal hedeflerini ortadan kaldıran bu dalga, başta kadınlar olmak üzere sistem karşıtı güçlere yönelen bir tehdide dönüşme tehlikesi taşımaktadır. 21. yüzyıl devrimlerinin kadın devrimi karakterinde gelişeceğinin aşikar olduğu ve kadın partilerinin, özneleşen özgür kadınların bunun öncülüğünü yapma iddiasını taşıdığı bir tarihsel eşikte bu yaklaşımları daha ideolojik bir çerçeveden ele almaya ihtiyaç olduğu açıktır.
Kadın özgürlüğü geleceğe ertelenecek bir ütopya değildir
Kadın özgürlüğü ne geçmişte “neolitikte” yaşanmış bir altın çağ hatırası, ne geleceğe ertelenecek bir ütopyadır. Kadın özgürlüğü, kapitalizmin ve ataerkinin tüm dünyayı içine sürüklediği kaos aralığında an’a özgürlüğü dayatarak gelişir. An’a özgürlüğü dayatmanın anlamı kadınların özgürlükçü seçimler yapmasını sağlayacak çözümleri, alternatifleri geliştirecekdüşünsel perspektif, pratik politika ve kurumlaşmaların geliştirilebilmesidir. Kadınların seçeneksiz bırakılarak kendini öldürmeye, her günü ölüm-tecavüz altındaki yaşamlara mahkum olmalarının önüne kadın yaşam alanları, kadın komünleri ile geçilebilir. Seçme imkanı olan hiçbir kadın fuhuş yapmaz ve tecavüz kültürü altında yaşamayı tercih etmez. Her kadını mağdur, maktül, her erkeği kadın katili gibi yetiştiren bir sistemde kadın özsavunması bir söylem ve slogan olmanın ötesinde kurumlaşmaya ve somutlaşmaya kavuşmak durumundadır. Mevcut yasa ve sisteme karşı mücadele ederken kadın özgürlüğünün toplumsal alanda inşa ediliş yol ve yöntemlerini tartışmak da önem taşıyor. Aşk anlayışında felsefi arayışı, aileye kurumunda demokratikleşmeyi hedeflemek, çağın afyonu ve en etkin iktidar biçimine dönüşen cinselliğin sorgulanması, ekolojik dengeyi gözetmeyen çocuk doğurma kültürünün değişmesi bunlardan bir kaçıdır. Kadınların söz ve karar sahibi olmadığı siyasal zeminleri dönüştürecek eşit temsiliyet, eş başkanlık ve her alanda özgün örgütlenmeleri geliştirmek bunun politik ayağını oluşturur. Bireysel ya da devlet kaynaklı her türlü şiddeti durduracak, hesap soracak yapılanmalar bunun özsavunma boyutudur. Kadın özgürlüğüne dayanan sanat, kültür, edebiyat ve eğitim anlayışını geliştirmek bunun zihniyet boyutudur. Kadınların özgür olduğu bir toplumsal şekillenmenin düşünce ve duyguda inşası sağlanırsa kadınların mücadele iradelerinde de sıçrama yaşanabilir.
Küresel bağları oluşturmanın olanakları güçlendi
Tüm bunlar, kadın özgürlüğünün toplumsal inşa ile kurumsallaşacak, öz örgütlenme ve savunma ile kalıcılaşacak bir kültürel devrim olduğunu gösterir. Yerelde ortaya çıkan devrimci dönüşümlerin bölgesel, küresel düzeyde bağlarını kurmak da diğer önemli bir boyutu oluşturur. Kadınların sadece dayanışması değil ortak örgütlenme, tutum ve eylemler geliştirmesini sağlayacak küresel, bölgesel bağların kurulmasının olanakları giderek güçlenmektedir. Kadın konfederalizmi, bu bağları tek bir gövde gibi birlikte hareket edecek bir forma kavuşturabilir. Kadının özgür olduğu bir dünyanın inşasına daha da yakın olduğumuzu, yaşam, kadın ve özgürlüğün kopmaz bağını derinden hissedeceğimiz 8 Mart’ımız kutlu olsun.
Kaynak: Newaya jin