Önce Vatan Sorusu Geçerlidir

0
214
Her şeyden önce, yalnız bir 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olmasını yadırgıyorum. Bütün günlerin kadınlı, özgür kadınlı olması yaşamın vazgeçilmez bir koşuludur. Ama bu 8 Mart gerçeği bile şunu çok açıkça gösteriyor ki, yaşamda kadın yoktur. Sadece böylesi bir günde anılmaya değer gibi yaklaşılması, kölelik boyutunun derinliğini göstermektedir. Giderek yoğunlaştığım bir çalışma alanıdır.

Savaştan bağımsız görmüyorum. Hatta devrimlerin tümünde olduğu gibi, günümüz devrimlerinin ve özellikle Kürdistan devriminin başarması gereken en temel konusu; kadın etrafındaki yaşamı çözme işidir. En gelişkin savaş sorunlarından tutalım, barışa ve onun özgür temeldeki gelişimine kadar işlerin odağında yer almaktadır. Kadın, etrafındaki örülmüş zihniyet, ideoloji, örgüt, baskı, sömürü gerçekliğiyle ele alınmadıkça, çözümü bu temelde derinleştirmedikçe; devrimi  -dolayısıyla savaşı- kadından kopuk olarak ele aldıkça, ne savaşın tam bir özgürlük savaşı olması mümkündür ne de ardından gelişebilecek barışın gerçek bir barış olabilmesi mümkündür. Bunun temel ve çok köklü bir koşulu, kadın etrafındaki ilişkiler ağının çözülmesidir. Aileden tutalım ahlaka, hatta felsefeye, dini yaşama kadar hepsi bu konuda ne söylüyor? Bundan da öteye ne yapmışlardır, ne yapmayı düşünüyorlar? Bizzat nasıl bir düzen kurulmuştur? Bütün bunların çözümlenmesi hayatidir.

Neden tek bir gün kadın günü oluyor?

Kürdistan devrimi üzerinde yoğunlaştıkça, soruna daha fazla ilgi duymamın ve bunda bir çözümü aramamın öyle savaştan kopuk olmadığını belirtmek istiyorum. Hem savaşı geliştirmede, hem de onun doğru anlamı üzerinde mesafe kaydetmede, bu sorunu ciddi olarak ele almaya ihtiyaç duyuyorum. Kaldı ki “kadınsız devrim olmaz, yaşam olmaz” denilir, bu doğrudur. Fakat günümüzde neredeyse bu haliyle kadınlı yaşam, hele mevcut statüko altında erkekli yaşam, benim halen kabul etmekte zorlandığım bir yaşam biçimidir. Hatta kendi devrimimi, bu yaşam tarzını değiştirmek amacıyla geliştirdiğimi söylesem, belki de bir gerçeği çarpıcı bir şekilde dile getirmiş olacağım. Alışageldiği gibi, “8 Mart, dünya kadınlığı açısından ne anlama gelebilir” diye bir soru yöneltildiğinde; verilecek cevap; derinleşmiş bir köleliğin hatırlanması-anılması, çok sembolik ve hatta bana göre biraz da gayri-ciddi bir önemin verilmesi anlamına gelir. Neden tek bir gün kadın günü oluyor? Yaşamın vazgeçilmez bir öğesi neden bir günde anılmaya değiyor?  Bu  bana göre samimiyetsizliğin ifadesidir, bunu aşmak gerekir. Bütün günleri “8 Martlar” gibi geliştirmek, ele almak gerekir.

Kadınlı devrimi büyük bir çaba ile sürdürmekteyiz

Kürdistan boyutuyla bizim bugün için söyleyeceğimiz fazla bir şey yok. Kadınlı devrimi büyük bir çaba ile sürdürmekteyiz. Her bir gün, 8 Mart’ın klasik anılmasının da çok üstünde geçmektedir. Sadece Kürdistan halkı için de değil, uluslararası düzeye yönelik tutum belirlemek isteyen güçler, özellikle kadınlar bu süreci anlamak istiyorlar. Umarım önümüzdeki süreçte kadınlı toplantılara daha fazla önem vereceğim. Kendi payıma düşeni yapmayı bir borç olarak görüyorum. Kadın ilgisinin giderek gelişeceği kanaatindeyim. Bunun esas nedeni, erkek egemenlikli bir dünyanın geçerliliğini sürdürmekteki ısrarıdır. Hatta erkek egemenlikli ideoloji, onun yaşama yansıtılışı, kadın sorununu daha da ağırlaştırmıştır. Özellikle son dönem 20. yüzyıl devrimlerinde kadın açısından bazı açılımlar olmuşsa da tam çözüme gidilememiştir. Hatta reel sosyalizmin gerçekleştiği, resmileştiği ülkelerde bile bunun kadın devrimine taşırılmadığı, klasik yaşam ölçülerinin en benim diyen sosyalist önder kişiliklerde bile sürdürüldüğü açıkça ortada. Bana gelince, benim bunu biraz daha değişik ele aldığım ve sorunu çok daha derin ve çok genel (evrensel) ele aldığım doğrudur. Ben burada salt bir Ulusal Kurtuluş Devriminin ihtiyaçlarını gözönüne getirerek bir kadın çözümlemesi yapmıyorum. Hatta güncel dönemi kurtarmak açısından “nüfusun yarısıdır, onlarsız devrim olmaz” gibi dar bir anlayış içerisinde de değilim. Daha köklü uğraşıyorum. Benim için bir felsefe ve moral çalışmasıdır bu. Kendi sosyalist anlayışımı gerçekleştirmem için, bunu çözmem gerekiyor. Bir erkek kişiliği olarak, halen yaşam arayışı içindeyim. “Kadınlı yaşam nasıl olmalı” sorusu benim için halen üzerinde yoğunlaşılması gereken bir sorudur. Bunda açık ve hiçbir geleneksel önyargıya-ahlaki değere sığınmadığımı belirtmeliyim ki, cinsel boyutlu yaklaşımlardan tutalım, kadınla yaşamı bütün alanlarda paylaşmaya, politikada ve hatta ordulaşma faaliyetlerinde paylaşmaya kadar, sorunların olduğuna inanıyorum. Bunların açıklıkla tartışılmasının gereğine önem veriyorum. Sadece tartışılmanın sınırlarıyla yeterli kalınmaması, bunu daha da ilginç veya çarpıcı devrimsel çözümlere götürmek gerektiği beni daha fazla ilgilendiriyor. Ve bunu, dönem sosyalizminin yapması gereken en temel işlerinden birisi olarak değerlendiriyorum. Salt sınıf mücadelesinin yeterli olmadığı,  -ki reel sosyalizmde bu oldukça kanıtlanmıştır-  günümüzde devasa boyutlara ulaşmış çevre sorunları, artık kapitalist-emperyalizmin doğayı bütünüyle tahrip edip, yaşanmaz duruma getirmesine nasıl bir sosyalist devrimle köklü bir çözüm gerekiyorsa, kadın boyutunda bu fazlasıyla geçerlidir.

Kadın devrimini derinleştirmek gerekiyor

Yaşamın her alanını ilgilendiren bu soruna geleneksel düzen yaklaşımlarının çok ötesinde, ideolojik olmaktan tutalım pratik birlikteliklere, evliliğin bile yeniden sorgulanmasına kadar her boyutta yeni yaklaşımlara ihtiyaç olduğu kanısındayım. Bu yönlü yaklaşımlarım çok evrensel bir yaklaşımdır. Salt ulusal kadın kitlesiyle ilgili değildir. Bu yönlü uluslararası alanda da ilgi gelişmektedir. Bu yönlü gelişecek bir sosyalizm anlayışı, şüphesiz kadını çok daha fazla gündemleştirecektir. Kadın sorunu salt cins boyutlarında, -örgüt boyutlarında değil-  toplumun tüm alanlarında “nasıl olmalı” biçiminde sorgulanacaktır. Ve cevaplar geliştikçe görülecektir ki esasta savaş ve barış bir kadın sorunudur. Kadın iradesi, kadın kişiliği gündeme girmedikçe, salt erkek egemenlikli anlayışlara dayalı çözümlerin, ne savaşı, ne barışı tek başına halledemeyeceği anlaşılacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki dönem devrimlerinin hatta 21. yüzyıl devrimlerinin, savaşlarının ve onların ardından gelişecek barış süreçlerinin de sağlıklı kılınabilmesi için kadın devrimini derinleştirmemiz gerekiyor. Sanırım ilginin esas nedeni budur. Aşk kutsal bir kavram. Aşkın katledilişi benim için  kolay kolay kabullenilemez bir duygu, bir düşüncedir. Ben bu konuda herkesin yaptığı gibi bir bireyciliğe saplanmadım. Klasik erkek yaklaşımlarıyla kendimi çözmek istemedim. Biraz güç toparlayarak, örneğin bugün adı sanı belli bir güç kişisiyim, buna dayanarak bu sorunu çözmek istemedim. Doğru değil, cins tatminlerini güce dayanarak çözmek istemedim. Bu bana biraz ahlaksızca geldi. Gönüllülükten yoksun, özgürlük iradesinden yoksun, güce dayalı bir tehlikeyi kendimde görmeye başladıkça, kendimi kaybetmemeye de büyük özen gösterdim. Bu aynı zamanda şu tehlikeyi de beraberinde getiriyor; güç geliştikçe, erkekte ilk uygulama alanı, insanlar üzerinde bir statü geliştirmektir. Neredeyse bütün sınıflı toplumların gelişiminde durum böyledir. Sınıflı toplum geliştikçe ağırlıklı olarak erkekte güç yoğunlaşır. Erkekte güç yoğunlaştıkça, kadın gücünde muazzam bir yitiklik meydana gelir.

 

Nasıl bir birliktelik?

Klasik erkekle kopuşu ileri düzeyde sağladığım için cesaretle erkeği eleştiriyor ve çözüme tabi tutuyorum. Bu bir özgünlüktür, şüphesiz. Kadını da klasik boyutlarda çoktan erkekten hem koparmış, hem de özgürleştirmede önemli bir mesafe almış olduğum için, bu konuda da yaklaşımlar epey özgürleşmiştir. Çok dinamik bir çerçevede ele almaktayım. Ve bazı yeni kavramlar geliştirmeye çalışıyorum. “Erkekliğin öldürülmesi”nden tutalım, aynı biçimde “kadının yeniden yaratılması” ve “kadınsılığın öldürülmesi” gibi kavramlar ilgimi çekiyor. Sadece kavramlar düzeyinde değil, kadın ordulaşması gibi bir çaba içerisindeyiz. Çoğunun şaşırdığı, hatta büyük tepkilere de yol açan gelişmelerdir. Eskiden derlerdi; “ulusal sorun sosyalizmden sonra çözülür”, “kadın sorunu sosyalizmden sonra çözülür”, değil! Anı anına, günlük olarak çözüme tabi tutulmadıkça ne sosyalist devrim olur, ne uluslar kurtulur, ne de cins kurtulur. 8 Mart, erkek için fazla bir şey ifade etmez. Erkeğin mevcut düzeyiyle 8 Mart olsa olsa, kandırdığı kadına bir hediye almak gibi bir anlama sahiptir. Çoğunun gücü buna da yetmez. Şimdi kadın savaşı veya bu temelde yaşam savaşı deyip geçmemek gerekiyor. Doğru yaşam, iki cinsin birlikteliği temelinde olur. Ama nasıl bir birliktelik? Bizim toplumsal gerçekliğimize baktığımızda bu birliktelik, perişan bir birlikteliktir. Gücü kaybettiren bir birliktelik.

Önce ev değil; önce vatan sorusu geçerlidir

Ben yurtsever bir insanım. Benim için önce ev değil; önce vatan sorusu geçerlidir. Nasıl olursa olsun, bir yaşam olsun anlayışı değil; özgür yaşam benim için esastır. Namus ve onuru da burada görüyorum. Bunlar olmadıkça ne aile benim için ailedir, ne de saraylarım olsa, benim için saraydır. Hiçbir anlam ifade etmez. Kuşların yuvalarına bakın, insan eli yuvasına, yumurtasına değse, kuş orayı terkeder. Oraya artık “yuvamdır, yumurtamdır” demez, bırakır. Ama gelin görün ki bizim yuvamızın, yani vatanımızın, evlerimizin düşman işgalinin değmediği, sadece elinin değil, çizmesinin altında ezmediği tek bir noktası yoktur. Benim için ilişki kutsaldır. Benim için ilişki çok özgün ve çok değerlidir. “Nasıl yaşamalı”ya doğru yanıt vermek önemli. Mezopotamya toprakları bereketlidir. Bana göre hala orada toprak, su ve güneş en verimli bir biçimde birleşmektedir. Bu en büyük doğurganlığı yaratıyor. Ürünleri en iştahlı olanlardır. İnsanları da en güzel yaşamlı olabilir, maddesi buna biraz imkan veriyor. Şimdi tanrılar adına hep sahtekarlar kalmış; müminlerin hepsi softa olmuş, kadınları da hep yaşamın belası haline gelmiş. Kadın tanrısından eser kalmadığı gibi, erkek ağırlıklı tanrılar da artık burada büyük bir bilinmezliğe, softalığa bürünmüş. Bunların hepsini çözmeye çalışıyoruz. Bu da iyi bir iştir, belli bir diriliş vardır.

Yeni bir aşk teorisi

Erkeği öldürmekten bahsettik. Bu anlamda önce kendimi öldürdüm, diyorum. Bu benim için bir felsefedir, benim için bir ideolojidir. Mevcut düzendeki erkekler gibi olacağına, ben erkeklikten nefret ediyorum. Böyle bir erkek olmayı büyük bir aşağılık, büyük bir düşkünlük olarak, büyük bir çirkinlik kaynağı olarak değerlendiriyorum. Öyle bir erkeklik altında bir kadınla olmak benim için işkenceden daha beterdir. Böyle bir yaşantı içine girmem mümkün değil. Büyük düşüş diyorum ben buna, büyük baskı, bütün yalanların birbirleriyle buluşması. Bütün zayıflatan duyguların birbirleriyle buluşması. Bütün çirkinleştiren tavırların iç içe geçmesi. Daha çok Kürtler için somutlaştırmaya çalıştığım bir husus. Yeni bir aşk teorisidir. Kürtler için bir savaşı geliştirirken, diyeceksiniz bu aşk nerden çıktı? Şimdi gerçekten en az aşk kadar zor bir olay olduğu karşıma çıkıyor. Kürt aslında sevgiden de çok yoksun bırakılmış bir halkı temsil ediyor. Sevgi kurutulmuş, sevgi katliama uğratılmış. İnanılmaz düzeyde tabii! Kürdün yüreği nerede, ne zaman bitmiştir? Varolan Kürt’teki yürek kimin yüreğidir? Bu duygu kimin duygusudur? Varsa bir ruhu hangi yabancının ruhudur? Hangi uşak ruhudur? Hangi vicdansızlık, hangi çaresizliktir? Bunların açılması gerekiyor. Aşksız yaşam olur mu, veya sevgisiz yaşam olur mu? Olmayacağına göre katledildiğine göre peki biz bunu nasıl yaratacağız? Binlerce genç kız dağlara düşmüş. Onlar aslında aşkı arıyor.

Rêber APO