Ortadoğu’da dini fanatizmin aşılması durumu üzerine bazı notlar

0
124
KEMAL SÖBE
İnsan toplumunun kendi hakikatine ulaşması aklını ve mantığını doğru kullanması ve doğaya, yaşama doğru yaklaşımından ve bu konuda, doğru bilgilere sahip olmaktan geçer. Doğayı ve yaşamı ve bizi çevreleyen hayata bakış açımız bilime ve mantığa dayalı olmazsa, hayatı doğru tanıyamayız ve gerçek dışı şeylere bağnazca bağlı yaşarız ve bu durum, bizi hayatın gerçeğinden koparır, hayal dünyasında yaşamamıza yol açar. Akla, mantığa, bilime ve bizi çevreleyen maddi hayata göre, bizi, yani insanları, hayvanları, bütün canlı dünyasını yaratan maddi koşullar yani maddenin kendisi olduğu gerçeğidir. Yani maddeden yola çıkarak, aklımızla madde arasında doğru ve bilimsel bir bağ kurarsak böyle bir gerçekliğe ulaşıyoruz. İnsan, bütün canlılar hepsi doğanın bir parçasıdır ve doğanın bir ürünüdür. İnsan, bunu çözemediği zamanlarda, bütün herşeyin bir yaratıcısı ve olduğuna düşünmeye ve her şeyi ona bağlar ve o yaratıcının herşeyi kontrol ettiğini düşünürler. Bu, doğaya yanlış yaklaşımın ve bilimsel, mantığa dayalı olarak düşünmemenin sonucu gelişen bir yanılgı olmaktadır. Oysaki evren ve dünyamız, içinde yaşadığımız maddi yaşam bir hakikati ifade ediyor. Yapılan bilimsel araştırmalar, evrenin yoktan var olmadığı, her zaman var olduğu ama sürekli değişim halinde olduğudur. Yani evrenin başlangıcı yoktur ve sonuda olmayacaktır. Evren ve gezegenler her zaman oluşuyorlar, milyarlarca yıl yaşanılıyor bitiyor ama tekrar başlıyor ve devam ediyor. BIG BANG’ın sadece bir defa olmadığı, her 15-20 milyar yılda bir kez BIG BANG’ın kendisini tekrar ettiği ve gezegenlerin oluştuğu, hayatın kendini tekrar ettiği durumu var. Bu var oluş, yoktan bir var oluş olmuyor, vardan var oluş oluyor. Yani birden fazla maddi enerjinin ve fizik kuvvetlerinin, kimyasal maddelerin var olduğu ve evreni, yaşamı oluşturduğu ortaya çıkıyor ama yok olma diye birşeyde yoktur, sadece şekli bir değişim ve dönüşüm var. Bu hakikati kavramak ve buna uygun olarak yaşamak hayata doğru ve bilimsel yaklaşmayı gerektirir. Doğayı ve yaşamı doğru bilmemek, maddi hayat içinde, aslında hiçte ihtiyaç olmayan bir güce tanrı diye bağlı olmak ve inanmak ve kafamızda kuruntu haline getirdiğimiz tanrı ve ona bağlılık, egemen/iktidar güçler tarafından afyon olarak kullanılan bir argüman haline gelir. Firavun’un, kendisini tanrı, tanrının oğlu olarak görmesi ve toplum üzerinde egemenlik kurması ve bu sistemin birkaç bin yılı bulması bu zihniyet sonucu oluyor. Toplumun, günümüzde bile, devleti kutsaması, devleti tanrı olarak bile görmesinin kökeninde, ilk devlet egemenlerinin tanrıyı kendi İktidarına alet etmeleri durumu var. Devlet büyükleri diye, insanların, neredeyse devletin en tepesinde duranların karşısında boyun bükmeleri, hazır ol vaziyetinde durmaları binlerce yıllık, iktidarcı güçlere kulluk yapmalarının sonucudur. İktidarcı güçler, son üç yüz yıl öncesine kadar, tanrı ve dini yaygınca kullanıp toplumlara boyun eğdirdiler, sömürdüler, kullandılar ve bunuda tanrıya kulluk yapmak olarak gösterdiler. Tanrıya kulluk yapmak, günümüzde devlete hizmet olarak gösteriliyor. Kula kulluk yapmak tanrıya kulluk yapmak olarak maskelenmiş ve iktidarcı sistem bu yolla Meşru hale getirilip dokunulmaz kılınıyor. Normalde bu, tanrıya şirk koşmaktır, yani tanrıya ortak olmaktır. Devletli sınıflı sistemden ve gelir dağılımının adaletsizliğinden kaynaklı yoksulluğu ve açlığı kader ve ilahı bir karar alarak göstermek, yoksulluktan tanrıyı sorumlu tutmaktır. Allah bunca nimet veriyorken yoksulluk neden Allah’ın kaderi oluyor? Yoksulluk Allah’ın kaderi olsaydı bütün insanlar fakir olurdu, ayrıcalıklı bir seçkin elit sınıf korkunç bir şekilde zengin olmazdı. Allah, kendi kulları arasında ayrım yapar mı? Allah’ın adıyla insanlar kandırılıyor, aldatılıyor. Gerçekten, egemenlerin düşündükleri gibi bir tanrı olsaydı ve söyledikleri gibi cennet cehennem olsaydı, egemenlerin, Allah’ın adını kullanıp bunca kötülüğü yapmaya cesaret edemezler, çünkü bunun cezasının olacağını bilirlerdi. İnsanlar, binlerce hatta on binlerce hatta yüz binlerce yıldır doğayı anlamaya ve öğrenmeye, nasıl oluştuğunu öğrenmeye çalışıyorlar ama toplumun neredeyse tamamı bunu bilimsel olarak açıklayamadığı ve bilmediği için, bunu, adı Allah olan doğa üstü bir güce bağlıyorlar. Aklını iyi kullanan ve kurnaz olan iktidarcı güçler, binlerce yıldır, toplumun bu bilinçsizliğinden istifade ederek, Allah’ın adını kullanıp saltanat sürdürüyorlar. Bundan dolayı, mantık, bilinç, bilimsellik, aklı doğru kullanıp hayatı doğru öğrenme ve doğru yaşamak çok önemlidir. Bu aslında bir devrim sorunu olarak karşımıza çıkıyor. İnanç ve din denilen mesele aslında görünmeye metafizik bir gücün var olduğunu kabul etme ve o güce inanmak değildir. Öyle bir güç, gerçekten olsa bile, insanların o güç için dua etme, ibadet etmeye ihtiyaçları olmazdı, çünkü Allah, kullarının kendisine ibadet etmelerini istemezdi. Çünkü Allah’ın, kendi kullarının ibadetine ve dualarına ihtiyacı olmaz. Çünkü insanlar/kullar, kendi tercihleri dışında yaratılmışları için yaratıcıya borçlu değiller, ki Allah zaten kendi kullarından öyle bir istekte zaten kulunmaz. Çünkü Allah verendir, adaletlidir, sevginin olduğu yerdir. Dolayısıyla Allah neden kullarını yoksul bıraksın, inançsızdır ya da Allah’ın varlığına inanmıyor diye kullarına ceza versin? Çünkü Allah her zaman afedendir, bağışlayandır, iyilik yapandır ve gerçekten, egemenlerin düşündükleri gibi bir tanrı olsaydı bunca kötülük olurmuydu?? Allah hem iyiliği hem kötülüğü yaratmaz ve insanları yaratırken insanları iyilikle dizayn ederdi ve insanlar yaşam boyu kötülük nedir bilmezlerdi. Çünkü bilim, felsefe, mantık ve akıl bunu ortaya koyuyor. Dinlerin birkaç bin yıllık geçmişi var ama insanlar, ilk evrimin başlamasında günümüze kadar on milyon yıldan daha fazladır yaşıyorlar ve evrimleşerek bu günlere geldiler. Dinlerin ortaya çıkışları toplumsal ıslahat ve insanı adam etmek içindi, tanrı diye bir güce inandırmak için değildi. Ancak egemenler bunu ustaca, günümüze kadar kullandılar ve Ortadoğu gibi bir coğrafya bu faktör hala yoğunca ve etkilice kullanılıyor. Avrupa, Rönesansla biraz aydınlanma yaşadı ve kullanılan dinin etkisinden çıktı. Ancak Ortadoğu bir Rönesansa şiddetle ihtiyaç duyuyor. İnsanların bilinçsiz olmalarını kullanıp insanları ezmek ve sömürmek kadar ahlaksızca birşey olamaz. Namaz kılmayan, oruç tutmayan cehenneme mi gidecek?? O zaman, İslâmiyet daha yokken yaşamış on milyonlarca, yüz milyonlarca insan cehennememi gidecek? Böyle bir mantıksızlık olamaz. Hz Muhammed kırk yaşında peygamber olduğuna göre, kırk yaşına kadar Hz Muhammed dinsiz miydi? Bunlar, herkesin aklını doğru kullanarak öğrenmesi gereken gerçeklerdir. İslam Arapçada barış demektir ve ortaya çıkış nedeni de, Arap toplumu içinde gelişen köleliği ortadan kaldırmak ve aslında bozulan komünal yaşamı tekrar yaşanılır kılmaktı. Cami, kilise, sinagog ve cem evi gibi yerler eski çağların ilk meclisleridir, ilk eğitim yerleridir, ilk yardımlaşma yerleridir. Namaz insanların camide, kilisede, sinagogda ve cem evinde kültür gereği yaptıkları törendir, merasimdir, toplanmadır ve bunun amacı da yardımlaşma ve toplumsal ruhu canlı tutmadır. Bir insan öldüğünde toplum toplanır ve saygı duruşunda bulunur. Buna benzer durumlarda toplum toplanır hizaya gelir, toplanır, saygı duruşunda bulunur. Bu gibi törenler kültür gereği yapılır. Kültür gereği yapılan bu törenler ve toplanmaları iktidarcı güçler yozlaşmışlar, gerçek anlamından uzaklaştırılmışlar, öbür dünyaya gitmek için Allah için yapılan bir ibadet haline getirmişler. Oysaki ibadet hayatın içinde yapılan çalışmalar, faaliyetler ve iyiliklerdir. Çünkü İslam ve önceki bütün dinler insan öldürme diyor, hırsızlık yapma diyor, yalan söyleme diyor, zina ve ahlaksızlık yapma diyor, kimsenin hakkını yeme diyor vs. Yani bütün dinlerin amacı insanlıkla ilgilidir. Peygamber İranicede/Aryan dilinde yol gösteren, yani kılavuz demektir. Yani peygamber, topluma hayatı öğreten reber/yol gösteren/önderlik eden demektir. Dinde Allah’ın temsilcisi olarak bilinen peygamber aslında iyiliğin, adaletin, güzelliğin, insanlığın temsilcisi demektir. Yani peygamber, görünmeyen metafizik bir gücün yeryüzündeki temsilcisi demek değildir. Bütün bunları toplumun doğruca öğrenmesi gerekiyor. Gerçekten, metafizik bir Allah’ın/gücün olduğunu düşünen ve istediği gibi inananlar varsa, bu durum Allah ile inananlar arasında olan bir durumdur, dinin konusu değildir ve devleti hiç mi hiç ilgilendirmiyor ve kimse, Allah’ın adını kullanıp insanları kandıramaz. Şeriat Arapçada HUKUK demektir. Şeriat günümüzde bilindiği gibi dini rejim değildir. İnsan toplumu, ilk neolitik dönemden günümüze kadar farklı kıyafetler giymiştir ve günümüzde ise bildiğimiz modern kıyafetler giyiyor. Dinlerin ilk çıktıkları dönemlerde giyilen kıyafetleri günümüzde giymek şeriatı ve dini yaşamak demek değildir. İnsan toplumu, farklı çağlarda farklı hukuk sistemleri yaşamıştır. Geçmiş huku sistemini ve o dönemlerde giyilen kıyafetleri günümüzde zorla giydirmek şeriat ve din değildir, zulümdür, faşizmdir. Hz Muhammed günümüzde yaşasaydı bu günün modern kıyafetlerini giyerdi. Ben, 1500 yıl önce yaşasaydım o dönemlerde giyilen kıyafetleri giyerdim. Her toplumun tabiki kendi kültürleri gereği farklı kıyafetleri olmuştur ama bütün toplumların günümüz kıyafetleri modern kıyafetlerdir. Mesela İran’da, Arabistan’da ve bazı İslam ülkelerinde şeriat yok, eski rejimi şeriat maskesiyle yaşamaktır. Şeriat Arapçada HUKUK olduğuna göre, her ülkede zaten modern hukuk sistemi vardır. Ayrıca şunu da, önemle belirtelim; devletli sınıflı sistemlerde uygulanan hukuk sistemin iktidarcı güçlere hizmet ettiği ve toplumu tanınmaz hale getirdiği ortadadır. İnsanlara, işledikleri suçlardan dolayı cezai işlem uygulamak zaten var. Eski cezai müeyyedileri/işlemleri günümüzde uygulamak şeriat değildir. Çünkü günümüzde zaten modern hukuk sistemi vardır. Eski kıyafetleri giymek, kadınlara zorla başörtüsü taktırmak, erkeklere zorla sakal bırakacaksın demek, şalvar giymek, sarık takmak dini yaşamak demek değildir, din diye geride kalan bir sistemi din ve şeriat diye yaşamaktır. Kürt halkının PKK’nin gelişimiyle, Emevilerin sahte dininin etkisinden çıktılar ve devrimci İslam’ı öğrendiler. Ortadoğu iktidarcı güçlerinin PKK’ye düşmanlık yapmalarının bir nedeni de, işte PKK’nin dine devrimci yaklaşımıdır. Aksi takdirde, Türkiye’deki, dinci AKP/MHP faşizmi, neden PKK Kürt halkını Marksist/komünist yaptı  desin? PKK’nin dine devrimci yaklaşımıyla sadece Kürtler değil, bütün Ortadoğu halkları bir Rönesansa yaşayacaklar ve tanrının adını kullanıp saltanat sürdüren iktidarcı güçler tarihin çöplüğüne atılacaklardır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here